17.12.2012 TBMM Genel Kurulu 2013 Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı 4. Maddesi Chp Grubu Adına Giresun Milletvekili Selahattin Karaahmetoğlu bir konuşma yaptı
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2013 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın 4’üncü maddesi üzerine Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Türkiye ekonomisinin üç temel dengesi de açık vermektedir. Türkiye ekonomisinin makroekonomik dengelerinde istikrarsızlığa ve aşırı kırılganlığa yol açan kamu kesimi, özel kesim ve buna bağlı olarak dış denge açıkları, gelecekte bu açıkları kapatmak için fazla verecek politikaları uygulamayı zorunlu kılmaktadır. Bu açıklar, gelecek kuşakların daha borçlu ve yoksul doğacaklarının işaretidir.
Bütçe görüşmelerine devam ediyoruz. Sonuçta, sayısal çoğunluğun oylarıyla bütçe kabul edilecek. Sayın Başbakan bütçe konuşmasında bütçenin başarılı olduğunu teknik bilgiler ve sayısal değerlerle kanıtlamaya çalıştı. Senaryonun bir parçası olarak oylayan siyasi çoğunluk, kendilerine göre anlatılan gerekçelerle kendini ikna etmiş oldu. Gerçekte hâl böyle mi?
Sayın Başbakan şöyle diyor: “Demokratikleşme ile ekonomi arasındaki doğru orantılı yaşadığımız tecrübelerin ışığında, şüpheye mahal bırakmayacak derecede netleşmiştir.”
Değerlendirmek istiyorum. Dünyanın 16’ncı büyük ekonomisi olduğumuzu söylüyoruz fakat Birleşmiş Milletler İnsani Gelişmiş Raporu Satın Alma Gücü Paritesi’ne göre kişi başına düşen millî gelir açısından dünyada 67’nci ülkeyiz. İnsani gelişmişlik endeksi sonuçları açısından da ülkemiz 92’nci sırada bulunmaktadır.
İktidar, 2003-2007 döneminde dünya ekonomisinin sunduğu konjonktürel imkânları iyi değerlendirememiştir. Ekonominin üretim ve ihracat kapasitesini artıracak özel ve kamu sabit sermaye yatırımlarından çok özel tüketime yönlendirilmiştir. Dış kaynağa dayalı sağlanan ekonomik koşullar, Türkiye’nin mevcut yapısal sorunlarını derinleştirmektedir.
2002 yılında 0,6 milyar dolar açık veren Türkiye ekonomisi, 2000 Eylül ayında 77,4 milyar dolar cari açık vermiştir. 2003 sonrası dönemde büyüme hızındaki yükselmeye paralel biçimde cari işlemler açığı da hızlı bir biçimde artarken, ekonomide büyüme hızının yavaşladığı dönemde de cari açıktaki artış eğilimi devam etmiştir. Bu sonuç Başbakanın ifadelerini doğrulamıyor.
Toplumun farklı sınıf ve katmanlarının durumlarını değerlendirmek istiyorum. 1980 öncesi 44 milyon nüfuslu ülkemizin 2,5 milyon sendikalı işçisi vardı. Bugün 75 milyon nüfuslu ülkemizde 600 bin sendikalı işçi bulunmaktadır.
İş kazalarında yılda ortalama 1.100 işçimiz yaşamını yitirmektedir. İş kazalarında Avrupa 1’incisi, dünya 3’üncüsüyüz. Çocuk işçi çalıştırmakta dünya 2’ncisiyiz. Sağlıksın güvencesiz çalışma koşullarında ve çok düşük ücretlerle çalışan işçilerimiz işlerini kaybetme korkusu ile “Buna da şükür.” demeye mecbur kılınmıştır. Taşeron işçi çalıştırma uygulaması hızla artmış, sistemin ekonomik sorunları çalışanlar üzerinden acımasızca kapatılmaya çalışılmaktadır. Sendikal özgürlüklerden bahsederken kazanılmış sendikal haklar da tırpanlanmıştır.
Tarım ve üreticilerimizin durumu farklı değildir. Dünyanın kendine yetebilen 7 ülkesinden biriyiz diye övündüğümüz tarımımız dışa bağımlı hâle geldi. Tarım girdileri yükselirken üreticilerin kazancı gittikçe azalmıştır. Çin’den fasulye, kayısı, sarımsak; Güney Afrika’dan satsuma mandalina; Şili’den sofralık üzüm, elma; İtalya’dan ıspanak, elma, kuru üzüm; Kosta Rika’dan kavun; Arjantin’den elma, mısır; Bulgaristan’dan nar; İspanya’dan marul; İran’dan kuru kayısı, lahana, karpuz; Ukrayna’dan buğday; Yunanistan’dan pamuk; ABD’den mısır; Kanada’dan pirinç ithal eder hâle geldik.
Hayvancılıkta da artık dışarıdan hayvan, kurbanlık koyun ve saman ithal ediyoruz.
Artık tarımsal ihracat avantajlarımızı kaybetmeye başladık. Ne oldu, bereketli Anadolu toprakları bu ürünleri vermez mi oldu? Hayır. Sadece bir nedeni var. iktidara gelmenin ve iktidarda kalmanın bedeli olarak küresel güçlere verilen güvencenin yerine getirilmesi yani tarımdan vazgeçme ve ülkeyi dışa bağımlı hâle getirme politikasıdır.
Üretiminde ve ihracatında tartışmasız bir biçimde dünya lideri olduğumuz fındık, tarımsal ihracat kalemlerinden görevini layıkıyla yapan bir ürünümüzdür. Sayın Tarım Bakanının övündüğü rekor fındık gelirinin sonucunda üretici emeğinin karşılığını alamamıştır. 2006 yılında “Fındık bizim dönemimizde 5 dolardan işlem gördü.” ifadelerinizi, bu sezon başında fındığın piyasada 2,3 dolardan işlem görmesini fındık üreticileri değerlendireceklerdir.
Don afeti neticesinde üreticilerin 150 milyonluk kalan alacağını da yasa marifetiyle engellediniz.
“Mahalle bakkalı dönemi bitmiştir.” diyerek tekellere göz kırpan Sayın Başbakan, sermayeden yana tavrını binlerce küçük esnafı yok sayarak göstermiştir. Esnaflarımız siftah yapamaz duruma gelmiş, iflaslar hızlanmış ve kepenkler kapanmaya devam etmektedir.
Emekli, dul ve yetimler yoksullukla mücadele etmeye devam ediyorlar.
İnsan hakları ihlallerinde dünya 1’incisi, çocuk gelinlerde, çocuk tacizi ve tecavüzlerinde dünya 3’üncüsü, kadın cinayetlerinde dünya 1’incisiyiz. Yargının siyasallaştığı söylemlerimize, Avrupa Yargıçlar Birliği Washington’da yaptığı toplantı sonucunda yayınladığı deklarasyonla bizim düşüncelerimize destek verdiler. Yolsuzlukta dünya 3’üncüsü, tutuklu gazeteci sayısında dünya şampiyonuyuz, gelir dağılımındaki adaletsizlikte dünya 3’üncüsüyüz.
Özel tüketim vergisini dünyada en yüksek oranda alan ülkeyiz. Bunun sonucudur ki dünyanın en pahalı benzin, mazot, elektrik ve doğal gazını halkımız tüketiyor.
20 milyon insanımız yoksulluk ve açlık içinde yaşıyor. AKP iktidara geldiğinde 4 olan dolar milyarderi sayısı, bugün 40’ı bulmuştur. Milyonlarca insan açlık ve yoksulluk çekerek elindekini, avcundakini Hükûmetin maliye politikası araçlarıyla bu 40 aileye transfer etmiştir. Bunları yaratan, sermaye sevdalısı Hükûmetinizdir. Seksen dokuz yıllık cumhuriyet döneminde büyük sermaye grupları on yıllık AKP iktidarı dönemindeki kadar sermaye birikimi ve kâr sağlamadılar. Aslında AKP halkın geleneksel yaşam tarzından hareketle inançlarını istismar ederek halktan yana görünmeye çalışsa da finans oligarşisinin, büyük sermayenin temsilcisi bir partidir. Özgür birey, örgütlü toplum, demokratik devlet mücadelemiz engellenmeye devam ediyor. Kısaca geniş, emekçi halk kitleleri sistemin, sermayenin sorunları çözmesi adına bedel ödemeye devam ediyorlar.
Devletin yapısında önemli değişiklikler oluyor. Küresel güçlerin istediği noktaya gelmeyi ve teslim olmayı değişim olarak algılayan Sayın Başbakan ve partisi sorunları çözme adına baskıcı bir rejim yarattılar. Uygulamalardan hoşnut olmayanları düşman gördüler, toplumu böldüler. Kendi halkıyla barışık olmayanların başka halklarla barışık olması mümkün değildir.
Cumhuriyet tarihi boyunca Mustafa Kemal Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh:” şiarıyla, başta komşuları olmak üzere, tüm dünya devletleriyle hükümranlık haklarına saygı göstererek ve karşılıklı çıkar ilişkileri içinde, barış içinde bir arada yaşamaya çalışan politikalarımızı reddedip komşularıyla savaş noktasına gelen bir ülke yarattınız. Küresel güçlerin taleplerini, kendi ülkenizde tartışılan demokrasi, insan hakları ve özgürleri bahane ederek taşeronluğa kalktınız.
Dışişleri Bakanı Sayın Davutoğlu bütçe görüşmelerinde “Dış politikada olaylara bakışımızda Cumhuriyet Halk Partisiyle temel farklarımız var.” diyor. Doğrudur, katılıyorum. Cumhuriyet Halk Partisi tarihsel misyonu ve karakteri gereği antiemperyalist bir partidir. AKP de emperyalizmin desteğiyle iktidara gelen ve taşeronluğunu yapan partidir. Dolayısıyla, böyle bir fark olması da normaldir.
Sayın Davutoğlu Suriye konusunda “Biz bölgeye yüreğimizle bakıyoruz.” diyor. Siz bölgeye gerçekten yüreğinizle baksanız savaş çığlıkları atmazsınız. Yüreği olanlar savaşa karşı çıkanlardır. Sizdeki olsa olsa yapay yürektir. Siz bölgeye yüreğinizle değil, küresel sermayenin kasasından bakıyorsunuz.
Mazlum milletlere örnek ülkemiz, başka ülkelerin iç işlerine müdahale ederek karşı devrim ihraç eder hâle geldi.
Bir merakım var: Katar ve Suudi Arabistan’a da muhalif gruplar yaratıp, destekleyerek buralara da demokrasi taşıyacak mısınız!
Böyle bir tabloda demokratikleşmeyle ekonominin doğru orantılı olduğunu söylemek mümkün değil.
Bütçe tarihimize “sucuklu bütçe” olarak geçecek bu bütçenin hayırlar getireceği kesin, bellidir. Hepinizi saygılarla selamlıyorum.