CHP'li Tahsin Tarhan ile 'darbe ve demokrasi' üzerine

Arşiv Haberler - 02-02-2020 00:00

CHP Kocaeli Milletvekili Tahsin Tarhan, 'darbe ve demokrasi' ilişkisine dair sorularımızı yanıtladı

-Türkiye'de darbe ve demokrasi ilişkisinin temel dinamiğinin bürokrasi üzerinden şekillendiği söylenir. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? 

Darbe, demokrasinin dışında bir harekettir ve aynı zamanda demokrasinin gelişmesini engeller, demokratik teamüllere zarar verir ve hukuk sistemini iflas ettirir. Demokrasinin dışına çıkılması durumundan doğrudan etkilenecek olan vatandaşlarımızdır, zira kişisel hak ve özgürlükler kaybolur. Millet egemenliği yitirilir. 

Bürokrasinin müdahalesine gelirsek eğer. Demokrasilerde halkoyuyla seçilmiş kişilerin, sınavlarla göreve gelmiş kişiler arasındaki farkı şudur: Birinin hata yapması partisinin oy kaybetmesine neden olabilir, diğerinin hatası ise devletin bekasına zarar verebilir. 

Dolayısıyla bürokrasi devletin devamlılığı açısından oldukça önemlidir. Devletin belli bir işleyiş yapısı vardır. Siyasal partiler dönemsel olarak devlet yönetiminde söz sahibi olabilirler, ancak bu durum onlara devletin yapısını, rejimini, Anayasal niteliğini, hukuk sistemini ve uluslararası alandaki çıkarlarını ters yönde değiştirme imkânı sağlamış olmaz. Siyasi partiler halka sundukları programlarıyla iktidara geldikleri için, o programlarını uygulamalıdırlar. 

Devlet yönetiminde modernleşme açısından bürokrasinin oluşması gerekli bir durumdur. İlkel toplumlarda bürokrasi yoktu, çünkü devlet yönetimi kan bağıyla birbirine bağlı kişilerden tarafından yapılıyordu. Modern toplumlarda ise bürokrasi liyakat esasına bağlı olarak oluşuyor. Sınavlara, mülakatlara ve eğitim seviyesine göre kişiler devlet kadrolarında iş bulabiliyorlar. Bu anlayış terk edildiği vakit bürokraside çöküş yaşanıyor. 

Günümüzde de yaşanan en büyük tehlikelerden biri buydu. 12 Eylül askeri darbesinden sonra desteklenmeye başlanan, Özal döneminde devlet kurumlarına ve orduya yerleştirilmeye başlanılan FETÖ terör örgütü mensupları günümüzde de bu kurumlara yerleştirilmeye devam edildi. 

90’lı yıllarda bu cemaat yapılanmasına karşı çıkan kim varsa, öldürüldüler. Uğur Mumcu bunlardan birisiydi. Çalıştığı gazetedeki köşesini bu yapılanmaya ayırıyordu. Çıktığı televizyon programlarında bu örgüte dair tehlikeleri aktarıyordu. 

Devlet kurumlarının içerisine sızdırılan tüm terörist cemaat üyeleri devletin bekası açısından tehlike yaratıyordu. Liyakat esasının da terk edilmiş olması devlet yönetimini ilkel topluluklardakine benzetiyordu. Bu açıdan baktığımızda Türkiye’de bürokraside çöküş yaşandığını, devletin bekasını düşünerek hareket edecek kimse kalmadığını söylemek mümkündür. 

Türkiye Cumhuriyeti kendi öz kurucu ilkelerine sahiptir. Üçüncü dünya ülkeleri gibi demokrasiyi başka ülkelerinden ithal etmemiştir. Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde bizzat kendi devrimiyle belli ilkeler çerçevesinde kurulmuştur. Yüzünü Batı’ya dönmüş ve Müslüman bir ülke olarak tek laik, sosyal hukuk devletidir. 

Biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, sosyal demokrat bir parti olarak bürokrasinin, halkoyuyla göreve gelmiş kişilerle ters düşmemesi gerektiğini ve devletin tüm kurumlarının sosyal devlet anlayışıyla halka hizmet etmesini savunuyoruz. 

Bürokrasinin devleti temsil etmesi itibariyle hem devletin devamlılığı için memleketimizin çıkarlarını koruması gerekir, hem de vatandaşlarımızın hepsine sosyal devlet ilkesiyle hizmet etmesi gerekir. 

Siyasi partiler ise devletin ulusal ve uluslararası çıkarlarını gözeterek bürokrasinin önünü kesmemelidir ve toplumsal sorunların çözümü için sivil toplum kuruluşlarıyla birlikte mücadele etmelilerdir (örneğin işsizlik, kadın-erkek eşitliği, eğitimsizlik gibi). 

Çok partili yaşama geçildikten sonra özellikle sağ iktidarların sürekli egemen olduğu dönemde darbelerin yaşanmasını nasıl açıklayabiliriz?

Türkiye’nin siyasal tarihi ile darbeler, iç içe geçmiştir. Zira Türkiye’nin yakın geçmişi darbeler üzerinden şekillenirken bir türlü demokratik sistemin oturtulamamasının sebebi de budur. Ayrıca, yıllardır sağ partiler iktidar olduklarında sosyal devlet anlayışı dışına çıkmışlar ve yalnızca özelleştirme ve rant politikalarına ağırlık vermişlerdir. 

Özellikle demokrasinin bir gereği olarak, muhalefetin ve sivil toplum kuruluşlarının önerilerini dikkate alarak karar almak yerine, sağ partiler kendi başlarına karar almayı benimsemişlerdir. Bu durum da toplumsal kutuplaşmayı artıran bir etken olmuştur. 

Ordu da kutuplaşan toplumu bir araya getirme görevini ve denetlenemez hale gelen hükümetin yetkilerini elinden almayı kendine bir görev olarak görmüştür. Büyük bir yanlışa düşerek defalarca darbe yapmıştır. Özellikle sol kesime ve demokratlara oldukça zarar veren darbeler, sağ kesimin oy potansiyelini artırmıştır. 

Şimdiye kadar yapılan tüm darbeler Türkiye’nin demokratik geleneklere sahip olmasının önünü kesmiş ve demokrasinin gelişmesini engellemiştir. 

Türkiye Cumhuriyeti’nin kendi öz kurucu ilkeleri vardır. Bunlar Cumhuriyet Halk Partisi’nin altı okunda da yer alan Laiklik, Halkçılık, Cumhuriyetçilik, Devrimcilik, Milliyetçilik, devletçilik ilkeleridir. İşte bu ilkeler Cumhuriyetimizi meydana getiren ilkelerdir. Bu ilkeler ışığında Cumhuriyetimizin gelişmesi ve ilerlemesinin yolu gösterilmiştir. 

Elbette demokrasinin bir gereği olarak her siyasi partinin farklı ilkelere sahip olması muhtemeldir. Ancak bu ilkeler, 1923’te yapılmış olan ulusal kurtuluşumuza ve devrimimize, dolayısıyla kendi devrim felsefemize ters düşmemeli, ancak onu geliştirebilecek nitelikte olmalıdır. 

Türkiye’nin geldiği konuma baktığımız zaman kurucu felsefemizde yer alan laiklik ilkesinin ne kadar önemli olduğunu bugün daha iyi anlıyoruz. Özellikle yaşadığımız coğrafyada farklı dinlere mensup halkların inançlarını özgürce yaşayabilmeleri açısından laiklik ilkesini tüm siyasi partilerin benimsemesi gerektiği aşikârdır. 

-Darbe süreçlerinde iç ve dış dinamiklerin etkilerini nasıl okuyorsunuz?  

15 Temmuz darbe kalkışmasının arkasında belli başlı yapılar olabilir. Bu yapılar darbe kalkışmasına destek vermiş olabilirler. Ancak bunun arkasına sığınmamak gerekir. Türkiye Cumhuriyeti’ni zayıflatmak adına demokrasi karşıtı hareketleri gerçekleştirmek isteyen yapılara karşı önlemimizi almamız ve demokrasimizi güçlendirmemiz elzemdir. 

Doğrudan Obama yönetiminin darbeyi açık açık desteklediğini söyleyemeyiz, ama ABD’nin içerisindeki kurumların herhangi birinden bile destek gelmiş olabilir. 

İktidarın son yıllarda medyayı baskı altında tutmaya çalışması ve kendi yandaş medyasını yaratmaya çalışmasının ne kadar yanlış bir politika olduğunu yaşayarak görmüş olduk. O gece, medyanın yapmış olduğu yayınlar halkı darbe girişimine karşı cesaretlendirmiştir. Böylece özgür bir medyanın demokrasiler için ne kadar önemli olduğunu anlamış olduk. 

Darbe girişiminin herhangi bir toplumsal destek bulamaması, halkın sokağa çıkması ve medyanın darbecilere karşı adeta göğüs göğse direnmeleri darbeyi püskürten en önemli etkenlerdir. 

15 Temmuz gecesi Türkiye açısından tarihi bir olaydı. O geceden itibaren artık Türkiye’de kimsenin darbe yapamayacağını görmüş olduk. Eğer Türkiye Büyük Millet Meclisi işlevsiz bırakılmaz ve görevini yapabilirse, özgür bir medya ve örgütlü bir toplum oluşturulabilirse ülkemizde asla darbe girişimleriyle karşılaşmayız. 

-Son darbe girişimine kadar gelinen süreci nasıl değerlendiriyorsunuz? AKP ve Cemaat çatışmasının bir boyutu olarak mı yoksa sistemin derin bir krizi olarak mı yorumlarsınız? 

Bu kanlı darbe girişimi asla parlamenter rejimimizle ilişkilendirilmemelidir. Sistemin derin bir krize girdiğini ve işlevsizleştiğini söylemek yanlış olur. Hükümetin ülkeyi yönetemez hale gelmesi, sistemin krize girdiği anlamına gelmez. Çünkü parlamenter sistem hükümet kurma krizinin yaşanmadığı, iktidar ve muhalefet zıtlığının çok belirgin olmadığı, azınlık hükümetlerinin veya koalisyon hükümetlerinin de kurulabildiği ve böylece demokrasinin daima işlevsel kılındığı bir sistemdir. 

Parlamenter sistemimizin yapısı güçlüdür. Osmanlı’dan beri, 150 yıldır uyguladığımız parlamenter sistem asla krize girmeyen ve daima kendini işlevsel kılan bir yapıdadır. 

Dolayısıyla 15 Temmuz darbe girişimine bizi götüren süreci görebilmek için AKP ve cemaat çatışmasından önce 12 Eylül askeri darbesinin meydana geldiği dönemlere gitmek gerekir. 

Dönemin komünizmle mücadele örgütlerinin başında bugün darbe girişiminde bulunan cemaatler geliyordu. Bu dini örgütlerin devlet desteğiyle büyümesi Özal döneminde de sürdürüldü. 

Devlet kadrolarında ve orduda yer almaya başlayan cemaatler AKP’nin iktidara gelmesiyle de desteklenmeye devam edildi. 

Böylece adına kimi zaman “hizmet hareketi” denilen, kimi zaman “ Gülen Cemaati” denilen, ancak bugünkü adının FETÖ olduğu bu yapı Evren-Özal-Erdoğan dönemlerinde güçlü bir hale geldi. Devlet kadrolarında yapılandılar. Emniyet içerisine girdiler. Orduda yüksek rütbelere eriştiler. 

15 Temmuz günü darbe girişiminde bulunmalarının nedeniyse AKP ile aralarında meydana gelen iktidar kavgası oldu. 

Darbe girişimini kalkışan yapının dini bir örgütlenme yoluyla toplumun atar damarlarına sızdığı unutulmamalıdır. Eğer din adamı yetiştirilecekse bu devletin kontrolünde ve devletin belirlediği eğitim sistemiyle olmalıdır. 

Yıllarca Avrupalılar dini, siyasetin içerisine soktular. Kiliseler siyaseti yönlendiren en güçlü kurumlardı. Ancak din nedeniyle verilen savaşlar yüzünden akan kanın durdurulabilmesi için laiklik politikasının uygulanması gerekli görüldü. Böylece din ve devlet işlerini birbirinden ayırdılar. 

Ülkemizde de laikliğin ne kadar önemli bir ilke olduğunu 15 Temmuz darbe girişimiyle daha iyi anlaşılmaya başlandı. Özellikle yaşadığımız coğrafyada farklı dinlere mensup bireylerin kendi dinlerini özgürlük ve güvence içerisinde yaşayabilmeleri için laiklik ilkesi vazgeçilmezdir.

 

 

 

politikyol

Günün Diğer Haberleri