Güne baktım, gölün yüzündeki nilüferleri kıskandım. Bir kurbağa dalışı gibi sevinçlerim usulca düşen çınar yaprağının nazını kıskandım.
Az sonra güneş tüm kızıllığına bürünecek ve sen yine gözlerini göstereceksin bana gülümseyerek ve ben gözlerimi kapatmayacağım gülerek.
Ağaçların yeniden yeşillenmesi gibi insan yaşama abanmak ister, o yeşilliğin gücü yeryüzüne yansır tıpkı sevinçlerin gibi düşer her yanına bire birer.
Bundan sonra mazeret yok, denizin ortasındaki sürat teknesi gibi maviliklere tıpkı kötülükleri yırtarcasına dalar gibi dalacağız, seni engelleyecek kimlerdir.
Avucuna bakmak gerekir o zaman, bak ne görüyorsun, derin çizgiler sana ne anlatıyor, senin içini kemiren nedir? Bu yaşlar yüzünden neden eksik olmaz.
Damlalar düşerken gökyüzünden toprağa birdenbire yeşeren umutlar hala kaplıyorsa içini henüz tam bir şey bitmemiş demektir. Üşümüş olan sadece sen değilsin ürperten seni sağduyusunu kapatan vicdanlar değil mi?
Bunlar gelip geçici şeyler değildir, acılar katlansa da tablo önündedir, istediği kadar kapatmak istesin maziyi, avucun içinden yüzüne yansıyan şey yüzüne vuran çizgilerdir.