''Tarih tekerrürden ibarettir.” Sözü klasikleşmiş bir söylemdir. Bu sözün tarihi açıdan gerçekliliğinin farkında olanlar zaman, zaman terennüm ederler. Klasik bir söylem, olsun veya olmasın zamanı ve sırası gelince dile getirilir. “Tarihini bilmeyen bir toplum, hafızasını kaybetmiş bir insan gibidir.” Diyor, tarihçi ünlü bir zat. 

“Sultan Alparslan; esir aldığı Bizans imparatoru Diojene sorar:

– Sen tarih bilir misin?

Diojen cevap verir:

–  Hayır, hiç okumadım.

Sultan Alparslan cevap verir:

– Tarih bilmeyen hükümdarların sonu işte böyle olur!” der…

Dolayısıyla büyük atamızın sözü gereği, tarihimizi iyi bilmekten öte çok iyi bilmeliyiz ki yarınlarımıza daha net bakabilelim. Ben burada Orta Asya’dan başlayarak “Türk Tarihi Dersi” verecek değilim. Fakat tarihimizin bilinmesinin gerekliliğinin ve gerçeğini de belirtmeliyim ki, içinde yaşadığımız bu günlerimizi yaşarken büyük fotoğrafı görebilelim. Bu anlamda büyük fotoğrafı iyi görebilmek ve konuyu daha iyi analiz etmek içinde tarihimizin ta başlarına değil 105 yıl geriye yani 1920’li yıllara Kurtuluş Savaşı dönemine giderek dikkatli bir şekilde inceleyip, okuyabilirsek eğer o günlerde neler yaşanmışsa günümüzde de aynı şeylerin yaşanmakta olduğu gerçeği çok açık bir şekilde görülecektir. 

O günün modern silahları ile yedi düvel üzerimize geliyordu. Günümüzde ise, silahların şekli değişmiş ekonomi ve kültür olmuş. Bu defa tüm emperyalist ve yandaş güçler üzerimize geliyorlar. Silahla yok edemedikleri “Türk Milletini” ekonomik ve kültürel yollarla yok etmek istiyorlar. Oluşturulmuş olan ortama bakınca sanki belli oranda da başarılı olmuş gibi görünmektedirler. 

Yunan, Polatlı’ya kadar gelebildiğinde tamam bu iş bitti artık diye nara atanların hevesleri kursaklarında kalmış ve sonra arkalarına bakmadan kaçmışlardı. O günlerde bize yapılmak istenenlerin aynısı bugün Irak’a, Suriye’ye ve İran’a farklı biçimde uygulanmaya çalışılıyor. Ki, Irak böldüler, Suriye’yi ise yok etmek üzereler. Fakat emperyalistler, Türk Milletinin tarih boyunca mazlumun yanında yer almak ve yeri gelince küllerinden doğmak gibi karakteristik bir özelliğinin olduğunu ya unuttular ya unutturduklarını sanıyorlar ya da kendilerini kandırıyorlar. Ki, içimizdeki işbirlikçilerinin olması yetmiyormuş gibi mandacılar ile her fırsatı ganimet bilip iktidar olabilmenin hayalinde olan ben endeksli satılmışlara rağmen. Biz ne Irak ve ne de Suriye olmayız, olmayacağız. Buda böyle biline. Muhafazakâr, Milliyetçi, Sosyal Demokrat ve İslam maskeli ve kimi de mandacı olanlar şimdi kol kola girmiş aynı şeyi savunuyor ve terennüm ediyorlar “Terörsüz Türkiye”. Bir de “Allah’ın ipine sarılın” (Ali İmran – 103) ayetinin aksine emperyalizmin ipine sarılıp dinler arası diyalog diyorlar. Anlayacağınız oluşturdukları suni rüzgarla meydana getirdikleri toz bulanık ortamda karışmışlar birbirlerine emperyalistlerin yolunda kol, kola koşuşuyorlar. İyi biliyorlar ki, emperyalistler ve yandaşları her zaman olduğu gibi onlara yine yar olmayacaktırlar. Fakat, hazır böyle “gıt” akıllıları çok bulunca çıkarları uğruna bu oyunu oynamak ve oynatmak istiyorlar. Ne zamana kadar? Bu toz bulanık ortam geçinceye kadar. Tabi bu toz bulanık ortam geçtikten sonra düştükleri çukurlardan çıkabilirseler.

Ey millet iyi bakın ve görün. Kim ne yapıyor, kim nereye gidiyor, kim nereden geliyor. “Kimler kimlerle beraber.” Ey millet bunların derdi bölgede güçlü ulus devleti olmasın istiyorlar. Çünkü güçlü ulus devleti Siyonist İsrail devleti için tehdit olarak görülüyor. Bölgede en güçlü ulus devlet ise Türkiye Cumhuriyeti Devletidir. Onun içindir ki Türkiye’nin güçlü ulus devlet olma özelliği zayıflatılmalı ve Lübnan’ımsı bir model gibi bir yapı olmalıdır şeklinde gündem oluşturulmaya çalışılmaktadır. İçimizdeki işbirlikçilerde buna çanak tutmaktadırlar. Ancak unutulan mazlumların ahı var. Ve “alma mazlumun ahını bir gün çıkar aheste, aheste.” Elhamdülillah Müslümanız ve şükürler olsun Türk’üz. Peygamberimiz Hz. Muhammed (SAV)’in lütfuna mazhar olmuş bir milletin, bir ordunun torunlarıyız.

Rahmetli Büyük Üstat Necip Fazıl KISAKÜREK’ in dediği, “İçi alev, alev Müslüman, dışı pırıl, pırıl Türk” gibi olanlardanız. Ama şurası bir gerçek ki, şu an kendi vatanımız da parya durumundayız. Bazıları gibi dünyalık nimetler için değil, bu Yüce Milletin bütün geçmişinin çilesini, ızdırabını sırtımıza vurduk yürüyoruz. Allah rızası için ve Türk Milleti için yürümeye devam edeceğiz. Bu kutlu yolda çile çekmek de olsa sonuna kadar yürüyeceğiz. 

Allah’ın rızası için çile. Yüce Türk Milleti için çile. Çile bülbülüm çile!..

O zaman bir Nihal ATSIZ dörtlüğü ile bitirelim yazımızı…

"Ne bir nehir unutur yatağını,

 Ne dağ rüzgârını...

 Biz unutmayız kökümüzü,

Yeter ki bir olalım kardeşim,

Bu toprak bizden vazgeçmeden

Biz ondan vazgeçmeyelim."