Bir zamanlar Anadolu sokakları, sabahın ilk ışıklarıyla birlikte “Bismillah” sesleriyle uyanırdı.
Her kepenk, yalnızca ticarete değil; alın terine, dürüstlüğe ve berekete açılırdı.
Kazancın ölçüsü para değil, komşunun duasıydı.
Tartıda hile yapan değil, komşusunun siftahını bekleyen kazançlı sayılırdı.
Ve o zamanlar bu toprakların kalbinde “Ahilik” diye bir vicdan vardı.

Bugün ise o vicdanın sesi giderek kısılıyor.
Kazancın helalliği değil, hızla büyümesi konuşuluyor.
Rekabet, dayanışmanın; kar hırsı, bereketin yerini aldı.
Ahilik kültürünün yerini, reklam panoları ve dijital vitrindeki “indirim” yazıları aldı.
Lakin unuttuğumuz bir şey var:
Para kazandırır ama vicdan yaşatır.

Ahilik, sadece bir ekonomik sistem değil, bir insan inşa etme kültürüydü.
“Eline, beline, diline sahip ol” ilkesi, bir esnafın değil, bir toplumun omurgasıydı.
Her usta, sadece işini değil; insanlığı da öğreten bir rehberdi.
Bugün diploma çok ama karakter az, mağaza çok ama güven az, vitrin çok ama vicdan eksik.

Ahilik kültürü, ticaretin kalbine ahlakı yerleştirirdi.
Çünkü o kültür bilirdi ki kazancın bereketi, hakkın gözetildiği yerde olur.
Bugün ne yazık ki bereketin değil, bencilliğin çağındayız.
Toplum büyüyor ama birbirine yabancılaşıyor.
Ticaret ilerliyor ama güven kayboluyor.

Oysa Anadolu’nun hikayesi, bir zamanlar “bir lokma, bir hırka” felsefesiyle yoğrulmuştu.
Bugün yeniden o özle buluşmaya, Ahi Evran’ın mirasına sahip çıkmaya mecburuz.
Çünkü vicdanın olmadığı ticarette başarı sadece rakamlarda kalır;
ama ahlakın olduğu ticaret, kalplerde yer eder.

Şimdi soralım:
Gerçek zenginlik neydi?
Kasamız mı dolu olmalı, gönlümüz mü?
Belki de yeniden başlamanın, yeniden “Ahi” olmanın zamanı geldi.
Yeniden elimize, dilimize, belimize sahip olmanın…
Çünkü hakikat, hâlâ o üç kapının ardında bekliyor.