Hangi rüzgâr, hangi dalga getirdi seni buraya?
Kıyıda öylece uzanmış, sessizce dinleniyorsun. Deniz kabuğu deriz sana, ama içinde bir öykü saklı olduğunu biliriz. Bir zamanlar derinliklerde başlayan yolculuğun, dalgaların sırtında sona ermiş. Şimdi, kumların arasında duruyorsun, bir anı gibi, geçmişe dokunan bir iz gibi...

Kıyıya vuran her deniz kabuğu, aslında başka bir hikâyenin taşıyıcısıdır. Kimisi uzak diyarlardan kopup gelir, kimisi sadece birkaç kulaç öteden. Ama hepsinin bir ortak noktası vardır: İçlerinde taşıdıkları yolculuğun izleri. Kimi kırılmış, kimi pürüzsüz; kimi dalgaların sertliğini hissetmiş, kimi dingin suların içinde şekillenmiş.

Biz insanlar da aslında deniz kabuklarına benziyoruz. Hayat bizi oradan oraya savuruyor, bazen bir dalganın sertliğiyle sarsılıyoruz, bazen de dingin suların huzuruyla dinleniyoruz. Ama sonunda bir kıyıya vuruyoruz. O kıyı, belki bir dostun omuzu, belki de uzun bir yolculuğun ardından ulaşılan bir huzur.

Kıyıda bulduğum bir deniz kabuğunu elime aldığımda, onun içindeki sessizliği dinlerim. Bir deniz kokusu yükselir, uzaklardan gelen bir melodi gibi. Sanki bana bir şeyler anlatmaya çalışır: "Ben buraya kolay gelmedim, dalgalardan geçtim, rüzgârlarla dans ettim, güneşi gördüm, karanlığı yaşadım." İşte bu sözler, kabuğun içindeki görünmez tarih kitabıdır.

Hayat da böyledir, değil mi? Kendi yolculuğumuzda her iz, her çizik, bizi biz yapan birer anıdır. Bazen kırılırız, ama kırıklarımız bile güzeldir. Çünkü onlar bizim yaşanmışlıklarımızdır.

Kıyıya vuran her deniz kabuğu bir hatırlatıcıdır. Yolculuğumuzun, dalgalarla olan dansımızın, rüzgâra karşı duruşumuzun sembolüdür. Onlara bakarken, aslında kendimize bakarız. İçimizdeki fırtınaları, huzuru, geçmişi ve geleceği görürüz.

Bir gün, kıyıya vurduğunuzda, tıpkı o deniz kabukları gibi durup geçmişe bakın. Her dalganın, her rüzgârın size kattığı şeyleri hatırlayın. Ve en önemlisi, o kıyıya nasıl ulaştığınızın farkına varın. Çünkü her kabuk, her insan gibi, eşsizdir.