*Hava buz kesiyordu o gecenin alaca karanlığında inmiştik otobüsten. Sakin olmalıydım ama içimde fırtınalar kopuyordu. Uzun zaman olmuştu köyümden ayrılalı, kuş seslerini, o tertemiz esen ılık rüzgârın esintisini hissetmeyeli. Belki hava çok soğuk değildi ve içimde fırtına da kopmuyordu lakin içimdeki heyecan bana böyle bir duygu yaşatıyordu ve kendime hâkim olamıyordum. Özlemişim karşısındaki yemyeşil ormanı, berrak mavi gökyüzünü ve evlerin çatılarındaki kararmış çinko levhalarını, üzerinde oynadığımız toprak damlarını, kapılarda havlayan köpekleri gece kurt ulumalarını. Çok hafiften esen rüzgâr yüreğimi titretiyor adeta. Kalp atışlarım hızlandıkça sanki içimde depremi yaşıyorum.
*Sonra o an gelmişti artık ve ben kapının eşiğindeydim. Açılan kapıdan şöyle bir baktım, sade döşenmiş, hiçbir fazladan gözü rahatsız edici bir süs dahi yoktu içinde. Bir anda birçok hatıram film şeridi gibi geçti gözümün önünden. Ve sessizliğimi hiç bozmadan, içeriye birkaç adım attığımda, sanki yıllar öncesinden havada asılı kalmış, tanıdık ve bir o kadar da gizemli “o” koku doldurmuştu burnumu. O kokuyu hissettiğimde zaman perdeleri aralanır ve bir hüzün çöker içime. Bu sadece bir hasret değildi, bir çekim hiç değildi. Bu her hücreme zerk olunmuş, beni yeniden tanımlayan içsel ama derin anlatımsız bir duyguydu. Öyle bir duygu ki bu, sanki tüm hücrelerimi tek, tek esir alıyordu. Bu hasretin beni ne hale getirdiğini tüm bedenimin son hücresine kadar hissediyordum artık.
*“Ruhu küçük, bedeni büyük kentlerdeki hayatı hiç sevmedim.” Bunu bir yerde okumuştum. Büyük kentlerin kalabalığı, gürültüsü, kirli havası en çokta yaşam şartları beni de çok yormuş olduğundan olsa gerek ki, bu cümleyi çok benimsemişim ki, bütün unutkanlıklarıma karşın bu cümle hafızamda yer etmişti.
*Bu arada ben, her zaman köylerin nüfusunun daha çok olmasını ve daha yaşanabilirliğinin yanında verimliliğinin de yüksek olmasından tarafım. Hala da öyle düşünmekteyim. Bazı siyasi büyüklerimizin “köylerle ilgili” projeleri de vardı fakat uygulama için ne güçleri ve ne de ömürleri yetti. (Allah rahmet eylesin mekanları cennet olsun.) Bunların gerçekleşmesi için çok dua etmiştim çünkü, elimden başka bir şey gelmiyordu. Neyse konuyu çok dağıtmadan ele alacak olursak eğer.
*Basit yaşam, sadelik, ruhi sağlamlık, temiz ve saf bir aile hayatı, çocukların özgürlüğü, alçak gönüllülük, imece usulü çalışma hayatı ve köklü bir kişiliğin köylü olma şuuru yani insani değerler açısından bakıldığında öne çıkan bu güzel hasletler olarak belirlemek mümkünken buna karşı; ahlaki değerlerin yozlaştığı, merhamet duygularının törpülendiği, gittikçe de zalimleşen, hoyratlaşan ve artık toplum olmaktan çok yığın haline gelmiş insanlardan oluşan bir kent yaşamı. Buna karşın köylerimizin boşalması için uygulanan tüm yanlış politikalar bir, bir hayata geçirildi ve bu günlere geldik. Köylerimizin okullarını bile kapattılar. Oysa ki Cumhuriyetin ilk yıllarında kurulan “Köy Okulları” insanlarımızın eğitiminde bilinçli bir hayatın yaşanması konusunda her türlü bilgi ve birikime sahip olurken günümüzde köy okullarımız dahi kapatılarak kapılarına kilit vuruldu. Sonuç ise bu işte. Alt yapısız mutsuz insan yığınlarının oluşturduğu şehirleşme bilgisinden yoksun çarpık bir yaşam biçimi meydana getirildi. Gittikçe de aile mefhumunun bozulduğu ata erkil aile yapısından sade eşlerin yaşayabileceği (1+1 ve 1+0) konutlar inşa etmenin yarışındaki rantçılar dünyası.
*Köy yaşamında ise aile hayatı, şehir hayatından daha istikrarlı ve sağlamdır. Çünkü, yetişen insanların birbirine karşı sevgi ve saygısı vardır. Bu anlamda Avrupa ülkelerini irdelediğimde adamların bu işi ta en baştan çözmüş olduklarını görüyorsunuz. Onların köylerinde; eğitim, sağlık, haberleşme ve banka gibi kuruluşlar var alt yapıları düzgün büyük kent özlemi yaşamıyorlar. Bizde okullarımızı bile kapattık. Sağlıkta ise ilçelere kurulan hastanelerde verilmeye çalışılırken yüzlerce kilometre uzaktaki köylerin buna ulaşması da bir hayli zor olmasına paralel olarakta hekim konusunda sıkıntılar hala giderilemedi. Önemli bir rahatsızlık söz konusu olunca oda büyük kente havale ediliyor maalesef. Eğitim ise daha bir içler acısı. “Taşımalı sistem” miş. Köylerden çocukları doldur minibüse, kış kıyamet demeden. Yollar kapanır; okullar tatil olur aileler çocuklarından, çocuklar ailelerinden kopar.
*Anne evde, çocuk okulda ağlar. Sonra taşımalı sistemmiş buna ancak “peh” denir.
*Ne yazık ki, bir zamanlar milletin efendisi olan köylülük bilinci günümüzde yıkılmış durumdadır. Artık köylülük nostaljik bir kavram içinde çırpınan çırpındıkça da aşağıya doğru çeken bir kum çukuru gibidir.
*Bu durum düzelir mi? Neden düzelmesin ki; ülkemizi saran veba hastalığı gibi bu rantçı zihniyetten kurtarıp, günümüzün teknolojik gelişmelerini bunun için kullanır köylerimizin okullarını yeniden yaparak öğretmen atamasıyla başlanacak çalışmalar köyü, köylüyü destekleyen birçok proje hayata geçirilmesi ile köylerimizin yok olması önlenebilir. Buna mukabil devletimizin de köylerle ilgili bu anlamda bir çalışması yok değil. Dere ıslah çalışması ve bazı altyapı çalışmalar söz konusudur. Ne var ki bunlar insanlarımızı cezbetmiyor. Ancak köy okullarını faaliyete geçirir ve öğretmeni atanırsa diğer hizmetler olmasa da büyük bir eksiklik olan eğitim için birçok insan köyüne dönebilir. Bunun yanında sağlık ocakları kurulması ise bu dönüşü ikiye katlayacağını muhakkaktır. Çünkü, o zaman emeklilerinde köylerine dönerler diye düşünmekteyim
*Ve ben ne bu hasretin ne bitmesini istiyorum ne de ondan kaçmayı. Sadece onda kalmak kalabilmektir muradım. Diyor herkese selam ve muhabbetlerimi sunuyorum. Allah'a emanet olun...
Köye Olan Özlemi (m)
YORUMLAR

