Usulca yaklaştım Kuşburnu meyvesinin yanına,
Okşadım dikenli dallarını…
Onu dinledim hiç konuşmadan,
Terk edilmişlikten yakındı.
Bir zamanlar ağabey kardeş olduğu fabrikaya ağıtlar yakıyor biçare..



*




Alıç’ı kokladım, üşüyordu..
Az ötede göbek elması, boynunu bükmüş…
Kurumuş dut ağaçlarına bakıyor.

Vişne ağacının ayağı kırık.



*





Harşit’i hiç sormayın..
Gelinliğini çoktan çıkarmış üzerinden;
Kalbine ok saplanmış gibi kıpırdamadan duruyor,
Kuşakkaya yalnızlıktan şikayetçi..



*




Balyemez Konağına el salladım bu kez,
Küskün,
Sordum?
Karşısına dizilmiş dev çirkin binaları görüyormuş çiğdemlerin yerine,
Süleymaniye’den esen rüzgarı selamlayamaz olmuş artık.



*




Pestil, köme yapışık ikiz gibi şimdilik,
Onlar uzun süren aynı sohbetlerden sıkılmışlar bir bakıma,
Bir misafir bir dost daha arıyorlar yanlarına,
İki caddenin neredeyse santim santim birbirine yaklaşan kaldırım taşları sökük…



*




Bir zamanlar hep gülen gözleri işlerdi bu şehir,
Sokağında mutlu çocuklar vardı,
Herkesin bu şehir üzerine bir sevdası vardı, gözyaşları daha akmadan,
Dut ağacına sevdasını yazardı.



*




Golotu, sironu, kartolu baş tacı ederdi,
Pekmez kazanları birer övünç kaynağı idi uzun gecelerin yanında.

Ben yine de usulca yaklaştım Gümüşhane’ye,
Dinleyin! bak ağlıyor,
Yok, yok kendiliğinden değil; sahipsizliğinden..
Zor günlerin içine düştüğü girdaptan çıkamıyor,
Kaybolmuş değerlerini dipsiz kuyuda arıyor.
Gözyaşları dökülüyor tek tek.