Bazı hikayeler, sonbahar rüzgarlarının taşıdığı yapraklarda gizlidir. Bir ağacın dalında başlayan yaşam, bir gün toprağa kavuşmak için sona erer. İşte yaprağın kaderi budur: düşmek...
Her bahar, tomurcuklanırken hayata tutunan bir yaprak, yazın sıcağıyla olgunlaşır, büyür, dallar arasında dans eder. Kuşların yuvası olur, gökyüzüne açılan bir pencere... Ancak, zamanı geldiğinde sararır, kurur ve usulca yere süzülür. Bu, bir vedadır ama aynı zamanda bir dönüş.
Yaprak, düşerken yalnız değildir aslında. O, bir devrin, bir mevsimin, bir yaşam döngüsünün temsilcisidir. Rüzgar onu savururken, ardında hikayesini bırakır. Kimi, bir çocuğun elinde hazine olur; kimi, bir şiire ilham verir. Bazısı, ayak altında ezilir; bazısı, kitapların arasında saklanır.
Biz insanlar da bazen bir yaprak gibi hissederiz. Hayata tutunur, olgunlaşır ve zamanla değişiriz. Bazen rüzgarın bizi nereye götüreceğini bilmeden savruluruz. Ancak unutmamalıyız ki, tıpkı yaprak gibi bizim de her düşüşümüz yeni bir başlangıcın habercisidir. Belki toprağa karışıp bir ağaca yeniden can veririz; belki de rüzgar bizi başka diyarlara taşır.
Yaprağın kaderi düşmekmiş deriz, ama aslında düşmek bir son değil, bir dönüşüm. Ve biz de bu döngünün bir parçasıyız. Hayatta neyle karşılaşırsak karşılaşalım, unutmayalım: Her düşüş, bizi hayata yeniden bağlayacak köklerin bir parçasıdır.
Yaprak toprağa karışır; biz de anılara... Önemli olan, rüzgara karşı dansımızı unutmamak. Çünkü her yaprak, bir hikaye anlatır; ve her hikaye, sonsuzluğun bir parçasıdır.