Çoktandır çalmadığım kapı da solan gül gibi geçti günler,



Ve solan güllerin arasında bir diken gibi can yakan ayrılıklar belirginleşti birdenbire…



Bir kez bile gülmeye hasret kalan yüzler,



Tırnakların arasında kazıdığın ömründe çileli günler.



Toplayıp birleştirdiğin de,



Kocaman bir hiç kalıyor kenarında..



Evet, zaman ilerliyor!



Geride bıraktıklarımız geri gelmiyor.



Yaşlı dünya güleceğine, boş vermişliğe bir çentik daha atacağına kan ağlıyor kan.



Gülmek neden bu kadar zor zaman da,



Kırmak dökmek niye bu kadar kolay.



Kimse sorgulamıyor. İlk başladığın, ilk adımını attığın günler gibi her şey yeniden gülümse se hepimize.



Konuştuğumuz insanların, başını okşadığımız çocukların moralleri bozuk,



Çoğu tatlı sohbetler eller yüzde bir karamsarlığa bıraktı.



Mutlu olan yok..



Ve, yahut var da biz mi göremiyoruz; bir köşeye mi saklandı?



Bıktırıcı sonunlar arasında dalga dalga gelen çile herkesin yakasına mı yapışmış nedir?



Tadı kaçmış yaşamın,



Gül’ün rengi soluk,



Selamlaşmalar içten değil, bir şeyler bozulmaya başladı mı ne?



Bir şeyler, üzerine titrediğimiz değerler kopuyor mu tek tek çürürcesine.



Oysa bizim bıraktığımız insanlık bu değildi?



Bu değildi söz verdiğimiz de kucaklaşacağımız günlerin rengi!



Herkesin herkesten üstün değil de herkesin herkesi dinlediği zamanı arar olduk..



Zaman ilerliyor,



Çoktandır çalmadığım kapıya bir kez daha vurdukça,



Gülen gözler yerine soluk yüzleri görünce ben,



Başa döndüm..



Ömrü çevirdim birer birer,



Bıraktığım güzellikleri aradım..



Emanet ettiğim dostlukları geri istedim amma;



Bir dal misali kırılırcasına yok olmuş.



Bir uçurumun kenarına gelmiş gibi tehlike de,



Bir bir dökülen yaşlar gibi sesizce bir kenarda toplanıp kalmış..