Yrd. Doç. Dr. Zülfikar Özkan

Küreselleşen hayatta markalaşma çok önemlidir. Bu yüzden biz de kişisel markamızı yani etiketimizi oluşturmak zorundayız. Bu marka ile çevremizde örnek alınan kişi olabiliriz. Örnek alınan insanların, kendilerine göre bir iş yapış şekilleri, giyim tarzları ve duruşları, konuşmaları ve yaklaşımları vardır. Etraflarına ışık saçak bu örnek kişiler, dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar bastıkları yerlerde kalıcı bir iz bırakırlar.

Kendi markamızı oluştururken şu soruyu kendimize sormalıyız : ”Beni farklı ve üstün kılan nedir?” Bu sorudan yola çıkarak, çok şeyi iyi, ama bir şeyi en iyi yapmalıyız.

Kişisel markasını oluşturan kimseler boş konuşmazlar. Onların kendilerine ait bir tarzları vardır. Genel olarak bir kitap yazma hedefleri vardır. Yazmışlarsa ikinciyi yazmaya çalışırlar. Bir Web siteleri vardır. Seminer verirler ve etkili sunum yaparlar. Ciddi bir gazete veya dergide yazı yazarlar veya yazmaya çalışırlar. Televizyon veya radyo programları vardır.

Acaba bizim sosyal statümüz nedir? Bizim değerimizi toplumda ne belirliyor? Başka bir ifadeyle toplum veya çevremizdekiler bize hangi mevkii veya pozisyonu uygun görüyorlar?

Genel olarak sosyal statüyü belirlerken kişinin soy, servet, ne yaptığı, geçirdiği eğitim basamakları, dini ve biyolojik karakterler belirleyici olarak alınır.

Bununla birlikte günümüzde Kişisel güç mevki gücünü alt ediyor (Tony Alessandra, Kişisel Çekim Gücü, s. 255). Kişisel gücün anahtarı emirler vermek değil, insanları harekete geçirmek, onlara esin kaynağı olmak, onları ikna etmektir. Karizmasını geliştirebilen insan büyük değer kazanır. Yirmi yıl öncesine kadar karizma fazla önemli değildi. İşte ve başka her yerde katı hiyerarşiler oluşmuştu, herkes burada kendi rolünü biliyordu ve otomatik olarak patronun liderliğini izliyordu. Bugün yönetim ve kontrol yapısı büyük ölçüde geride kaldı. İş hayatı, kiliseler, sivil örgütler veya atletik takımlarda otokrasi kalkıyor.

Bilgi toplumunda artık kolay kolay makamın statüsü kişiye aktarılmıyor. Kişi artık makamdan dolayı yüksek saygınlık kazanamıyor. Anlamlı bir söz vardır: “Şerefül mekân bil mekîn”. Yani bir yerin şerefi orada yaşamışlar veya yaşayanlarla artar ya da eksilir. Başka bir deyişle cansız olan şeylere, oradaki eşref-i mahlukat olan insan şeref verir.

Kişisel markanızı, siz kimseniz onun ve yapabildiklerinizin üzerine kurmalısınız; olmak istediğiniz bir başkasının değil. Marka aynı zamanda, sürekli değişim ve yenilenme demektir. Fakat bu değişiklikler, performansınız veya ambalajınız, yani imajınız üzerinde olabilir.

Günümüzde pek çok insan, kişisel çabalarıyla yüksek bir statü elde edebiliyor ve kişisel markalarını oluşturabiliyor. Böylece kendini işe yarar konuma getirmenin keyfini yaşayabiliyor.

Sanayi devrimi sırasında yöneticiler düşünür ve astları uygulardı. Patron, fikir ürettiği için patron oluyordu. Düşünmesi gereken işçiler değil, patrondu.

Sanayi sonrası toplumlarda ise, bir çalışanın yaratıcı fikirleri onun en önemli ürünüdür. Bu toplumlarda ekonomi yöneticileri, çalışanlarının beyin gücünü ziyan etmeyi asla göze almazlar. Rekabet edebilmek ve hedeflerine ulaşabilmek için herkesin, herkesin deneyimine ve özellikle herkesin fikirlerine ihtiyaçları vardır.

Akıllı yöneticiler, fikir üreten astlarının beyin güçlerini, asla israf etmezler. Kendileri gibi düşünmeseler bile üretici fikir sahiplerini takdir ederler.

En tehlikeli ve zayıf insan, zihnini diğer fikirlere kapalı tutan kişidir.

Bu bağlamda, kişisel marka oluşturma önemlidir. Kişisel marka da konuşma özgürlüğünden geçer. İnsanlar kafalarından geçeni söylemekten korkarlarsa, iyi fikirleri olsa da, bu fikirler zamanla solar. Fikirler çocuk gibidir. Kullanılmadan önce büyümelidirler. Aksi takdirde en iyi fikirler bile ölü doğar.

Albert Einstein’in ifade ettiği gibi “Çok okuyan ama beynini çok az kullanan bir kimse düşünme tembeli olur.” Bu kişiler asla marka oluşturamazlar.

Bu sebeple gelişmemiz için, yenilikçi insanları dinlemeli ve ödüllendirmeliyiz. Her zaman yeni bir fikri iyi dinlemek için bir dakikamızı ayırmalıyız.

Her yeni fikrin hayatta kalması gerekmez, ama hepsine bir fırsat vermemiz gerekir. Üretici beyinlerin toplumumuz için çalışmasının ortamını hazırlamalıyız. Böyle ortamlarda

Hamasete değil, beyin gücümüzün harekete geçmesine ihtiyacımız vardır. Dinleyenleri etkilemek veya heyecanlandırmak amacıyla yapılan abartılı anlatımlar kimseye bir şey kazandırmıyor.

“Zamanı gelmiş bir fikri hiç bir şey, dünyanın hiç bir ordusu durduramaz” der Victor Hugo

Bambu ağacı nasıl yetişir?

Bir bambu ağacı nasıl yetişiyor biliyor musun?" Biz anlatalım….

Toprağa bambu ağacı tohumu ekilir ve sulanır. İlk yıl hep toprağa ve dolayısıyla tohuma su vermekle geçer. İkinci yıl aynı işlem devam eder. Tohum itinayla sulanır ve dikkat edilir. Üç sene yine aynı sulama yapılır. Görünürde hiçbir şey olmaz. Emek veriliyor ama ortada bir şey yok. Ne zaman ki beşinci yılın sonuna gelindiğinde işte o zaman bambu ağacı filiz vermeye başladığı gibi altı hafta içinde de tam yirmi yedi metre boyu ulaşır.

Ekildiğinden beri gördüğümüz elle tuttuğumuz ve gelişimini gözlemleyebildiğimiz başka hiçbir ağaç beş yılda bu boyuta gelemiyor.

Toprağa atılan tohum, belli aralıklarla özenle verilen su, ışığını ayarlama, yağmurdan rüzgârdan koruma derken uzun zamana yayılmış bir emek harcanıyor. Sonra Bambu ortaya çıkıyor.

İnsan da böyle gelişim gösterip marka olabiliyor. Bir anda insan gelişip olgunlaşamaz. Gelişim süresi uzayabilir. Yılmadan, sabır ve cesaretle çalışmak gerekir.

Advert