Osmanlı Devleti, Mondros Ateşkes Antlaşması’nı imzalaması ile birlikte I. Dünya Savaşı’nda yenik düşen taraf olmuş ve Türk milleti o günden sonra kendini bir kurtuluş mücadelesi içinde bulmuştur. Memleketin dört bir yanını saran işgaller karşısında çaresiz kalan Türk milletinin bu kurtuluş mücadelesine Mustafa Kemal Atatürk önderlik etmiştir. Anadolu’nun kurtuluşu için verilen Milli Mücadele’de en önemli stratejik hamlelerden birisi ise diğer devletlerle kurulan ilişkilerdir. Bu nedenle Milli Mücadele döneminde dış politika çok önemli bir noktadadır. Bu çalışmamızda ise Mustafa Kemal Atatürk’ün Milli Mücadele dönemindeki dış politikasında Türkiye dışındaki Türklerin yerini inceleyeceğiz.
Atatürk hiç şüphesiz bir Türk milliyetçisiydi. Onun milliyetçiliği daha çok realist bir tutum taşıyordu. Aynı dil grubundan olan ve tarihi süreç içinde ortaklığı bulunan dağınık coğrafyalardaki Türk topluluklarının bir araya getirilmesini amaçlayan Pantürkizm düşüncesine pek sıcak bakmıyordu. Mustafa Kemal Atatürk 15 Ocak 1923 tarihli Eskişehir konuşmasında şu sözleri sarf etmiştir:
‘’Takip olunması makul olan siyaset milletin tabi’i kabiliyet ve ihtiyaciyle mütenasib olanıdır. Bizim için ne ittihad-ı İslâm ve ne de Turanizm mantıkî bir meslek-i siyaset olamaz itikadındayım. Artık Türkiye’nin devlet siyaseti hudud-ı millîyesi dahilinde hâkimiyetine istinaden müstakil yaşamaktır. Bugünkü millî düstur-ı hareketi budur.’’
Atatürk, milliyetçiliğinde vatanın kurtuluşunu ve bölünmez bütünlüğünü amaç edinmiştir. Ömrünün büyük bir kısmını ülkesinin kurtuluş mücadelesine adamıştır. Onun için Türk milleti daha iyi bir geleceğe sahip olmalıydı. Bununla birlikte Mustafa Kemal Atatürk memleketin içinde bulunduğu sıkıntılı döneme rağmen Anadolu’nun dışında kalan Türklerin istikbali ile de ilgileniyordu. 1921 yılında Sovyet rejiminin baskılarına karşı mücadeleye destek olması amacıyla Mustafa Kemal Atatürk’ün direktifiyle İsmail Suphi Bey Buhara’ya gönderilmiş ve orada bir ‘’Türkistan Millî Birliği’’ teşkilatı kurulmuştur.
İsmail Suphi Bey Türkistan’daki görevini tamamladıktan sonra Türkiye’ye geri dönmüş ve Türkistan ile ilgili raporunu Atatürk’e vermiştir. Yine 1921 yılında Anadolu’daki İstiklal Harbi’ni büyük bir dikkatle takip eden Buhâralılar desteklerini iletmek amacıyla Ankara’ya bir heyet göndermişler ve Timur’un Kur’an-ı Kerim’i ve 3 adet kılıç ile birlikte çok değerli hediyeler getirmişlerdir. Atatürk daha sonra bu ziyaretin memnuniyeti ile birlikte Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde şu sözleri sarf etmiştir:
‘’ Muhterem arkadaşlar! Türkistanlı kardeşlerimiz Sakarya zaferi münasebetiyle bize üç kılıç ve bir de Kur’an-ı Kerim göndermişler. Türk milleti adına kendilerine teşekkür ederim. Bu mukaddes kitabı Türk milletine hediye ediyorum. Bu üç muazzezlerden (kılıçlardan) birini ben aldım, ikincisini Batı Cephesi Kumandanı olarak İsmet Paşa’ya verdim. Üçüncüsünü de İzmir fatihine saklıyorum. Bu kılıç İzmir’e ilk giren kumandanın beline takılacaktır.’’
Yukarıda da görüldüğü üzere Atatürk bütün Türk dünyasının fertlerine büyük bir ilgiyle yaklaşmış ve her fırsatta bu ilgisini dile getirmiştir.
Atatürk’ün dikkatle takip ettiği bir başka Türk toplumu da Azerbaycan Türkleridir. Ancak Azerbaycan ile ilişkiler Osmanlı Devleti döneminde de önem arz etmiştir. 28 Mayıs 1918’de, Gürcü ve Ermeniler ile olan federasyon devleti parçalanınca Azerbaycan Türkleri kendi bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. Ancak bu devlet Sovyet baskılarına fazla dayanamamış ve bu baskının önüne geçebilmek amacıyla Osmanlı’dan yardım istenmiştir. İki taraf arasında yapılan anlaşma sonucunda Osmanlı yardım teklifini kabul etmiş ve Rusya’da Bolşevik ihtilalinin patlak vermesi ile birlikte Osmanlı Devleti Bakü’ye bir ordu yollamış ve bu ordunun gelişi oradaki Türkler tarafından sevinçle karşılanmıştır. Ancak bu mutluluk çok fazla uzun sürmemiş Osmanlı Devleti’nin 1918’de savaşı kaybetmesi nedeniyle bölgedeki ordular çekilmek zorunda kalmıştır.
Bu ikili ilişkiler Milli Mücadele döneminde de devam etmiş ancak hem Türkiye’deki zorlu mücadele hem de diğer bölgelerdeki Türklerin bulunduğu olumsuz durum Türkler arasındaki dayanışmayı adeta imkansız kılmıştır. Atatürk’ün İzmit’te vermiş olduğu mülakat sırasında Suphi Nuri Bey’in ‘’Azerbaycan nasıldır ?’’ sorusuna verdiği cevap bunu ispatlar niteliktedir:
‘’ Azerbaycan var mı ? Vakıa Azerbaycan’ın Ankara’da bir sefiri var. Fakat malum-i âliniz Ruslar son zamanda bir Kafkas konfederasyonu yaptılar. Azerbaycan ve Ermenistan birleştiler. Ve Abilof Bey de Azerbaycan sefiri ve aynı zamanda Ermenistan ve Gürcistan sefiri olmak üzere bu defa Ankara’ya üç vesika ile gelmiştir. Hadd-i zatında bunların hiçbirisi yoktur. Hepsi doğrudan doğruya Rusya’ya merbuttur. Ve bilâ kayd ü şart Rusların orada askerleri, memurları vardır. Ve zaten kendilerinden olan adamlar ki Ablof gibi Ruslar tarafından tayin olunmuş adamlardır. Ve Kafkas Federasyonu namına bir Rus mümessili kalacaktır. Bu suretle bunların mevcudiyet-i resmîyelerinin kalmadığı da ifade edilmiş oluyor.
Azerbaycan’ı müstakil bir İslam hükumeti olarak tasavvur ve kabul etmek doğru bir şey değildir.
Sonra malum-i âliniz Buhara vardır. Buhara Enver Paşa’nın yapmış olduğu hizmetten dolayı hemen gayr-ı müstakildir. Ve diğer bazı gayr-ı müstakil İslam kitleleri de vardır. Meselâ Hindistan ve Mısır gibi… Fakat onların devlet siyasetiyle o kadar alâkaları olmasa gerektir. Vaz’iyet-i siyâsiye bundan ibarettir.’’
Buradan da anlaşılacağı üzere Mustafa Kemal Atatürk Anadolu’nun dışındaki diğer Türk topluluklarının durumunu değerlendirirken gerçekçi bir tutum sergilemiş ve ona göre davranmıştır.
Milli Mücadele döneminden itibaren Türkiye Osmanlı Devleti’nden kalan birçok sorunu çözmek için çabalamıştır. Bu sorunlardan birisi ise Osmanlı Devleti’nin zamanında hakimiyet kurduğu ve daha sonra da kaybettiği bölgelerden gelen Türk göçleridir. Genellikle gerçekleştirilen fetihlerden sonra fethedilen bölgeye yerleştirilen Türk nüfus toprak kayıplarının başladığı tarihlerden itibaren bölgedeki Türklere yapılan zulümler ve diğer yaşam zorlukları nedeniyle Anadolu’ya doğru göç etmeye başlamışlardır. I. Dünya Savaşı’nın şiddetli mücadeleleri ve İstiklal Harbi nedeniyle nüfusunun büyük çoğunluğunu kaybeden Türkiye için bu göçler aslında bir anlamda kaybedilen nüfusu telafi etme fırsatı vermiştir. Yine Atatürk’ün gazetecilere vermiş olduğu mülakatta nüfus meselesi hakkında şu kelimeleri sarf etmiştir:
‘’Demin nüfus meselesinden bahis buyurmuştunuz. Hakikaten memleketin nüfusu şâyân-ı teessüf bir derecededir. Zannederim ki, bütün Anadolu halkı 8 milyonu geçmez. Fakat biz Anadolu halkı ile 8 milyonluk bir idare yapmak için değil, büyük imparatorluklar te’sisine heves ettik ve fütuhat yaptık. Her zaptettiğimiz yere Anadolu halkını götürdük ve Anadolu halkını öldürdük.
Bir misalini burada tahattur edeceksiniz. Süveyş kanalı açılalı 45 sene olduğu halde, bu müddet zarfında Yemen’e gidip ölen Anadolu çocuklarının miktarı zannederim 1,5 milyondur. Ona göre Suriye’yi, Irak’ı Afrika’yı muhafaza edebilmek için öldürdüğümüz Türklerin adedini düşünürsek vekûnları milyonlara baliğ olacaktır. Şimdi biz bunu telâfi etmek istiyoruz. Telâfi etmek için ise şüphe yok herkesçe malûm olduğu gibi sıhhî ve içtimaî tedbirler almak lazım gelir. Bunun için icab ederse ve aramızda müteshassıs yoksa, nerede varsa oradan mütehassıs edeceğiz. Fakat aynı zamanda hudud-ı millîye haricinde kalan aynı ırk ve aynı harstan olan anasırı da getirmek ve onları da müreffeh bir halde yaşatarak, nüfusumuzu tezyid etmek lazımdır ki, buna da tevessül olunacaktır. Eğer Rusya’dan getirmek mümkün olursa, oradan da getireceğiz. Fakat bence Makedonya’dan, Garbî Trakya’dan kâmilen Türkleri buraya nakletmek lazımdır ve bir daha Avrupa seferi yaparak, oralara gitmeyi düşünmemeliyiz…’’
Göç meselesi dışında Türkiye için halledilmesi gereken bir konu da Misak-ı Milli sınırları dışında kalan Hatay ve Musul topraklarıydı. Mustafa Kemal Atatürk bu iki bölgeyi Türkiye sınırlarına tekrar dahil etmeye çalışmıştır. Hatay konusunda bir başarı elde edilmiş ancak 1939’da Hatay’ın anavatana katılmasını Atatürk’ün görmeye ömrü yetmemiştir. Musul ise Lozan Barış Antlaşması görüşmeleri olmak üzere birçok zamanda ve yerde tartışılmış ancak İngiltere’nin sorunu oldubittiye getirmesi nedeniyle Musul konusunda başarı elde edilememiştir. Bu bölgelerde ısrar edilmesinin sebebi ekonomik olmakla birlikte bölgedeki Türk nüfusunun miktarıdır.
Mustafa Kemal Atatürk gerek Milli Mücadele döneminde ve gerekse sonraki dönemlerde Anadolu’nun dışında kalan Türkler ile de ilgilenmiş ve onların da refah içinde yaşamasını istemiştir. Bütün dünyadaki Türklerin durumunu değerlendirirken realist bir tutum sergilemiş ve gerçekleşmesi imkansız görünen düşüncelerden uzak durmuştur.

KAYNAKÇA
SARAY Mehmet, Atatürk ve Türk Dünyası, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1995.
İNAN Afet, Türkiye

Advert