İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, partisinin grup toplantısında konuştu

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, partisinin grup toplantısında konuştu.
Akşener’in gündemin artan sebze fiyatları yer alırken, hükümete çeşitli eleştirilerde bulundu.
Akşener, sebze fiyatları ile bir mermi karşılaştırmasında bulunan Cumhurbaşkanı Erdoğan’a da yüklendi

Akşener’in konuşması şöyle:
Değerli Milletvekilleri, Kıymetli Misafirler ve Sevgili Gençler,
Sizleri sevgi, saygı ve muhabbetle selamlıyorum.
Bize emanet edilen bu kürsüden, ocağa yemeğini koymaya hazırlanan ev kadınlarımıza selam ediyorum.
Ofisinde, çayını, kahvesini içen, elektronik postalarını açmış, günlük programıyla meşgul çalışanlarımıza kolaylıklar diliyorum.
İstirahat edeceği yerde iş peşinde koşturan, mesela sabaha kadar, taksicilik, bekçilik, otoparkçılık yapan emeklilerimize de hayırlı istirahatler diliyorum.
Kantinde, kütüphanede, amfilerdeki öğrencilerimize başarılar diliyorum.
Bismillah demiş dükkânı açmış, rızkını bekleyen esnafımıza da, hayırlı, bol ve bereketli işleriniz olsun diyorum.
Çünkü sağ olsunlar, mesleğin hakkını veren birkaç televizyon kanalı grup toplantılarımızı canlı yayınlıyor.
Sınırlı da olsa milletime sesimi duyurabiliyorum.
Bu vesileyle, o televizyonlardan biri olan, ve yeniden yayın hayatına dönen Türkiyem TV’ye de şükranlarımı iletiyor, başarılar diliyorum. 
Kardeşlerim,
Dün akşam İstanbul’dan gelen acı haber, hepimizi hüzne boğdu.
Helikopter kazasında 4 kahraman askerimizi şehit verdik.
Şehitlerimize Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyorum. Ruhları şad, mekânları Cennet olsun.
Kederli ailelerine ve milletimize başsağlığı diliyorum...
Son dönemde helikopter kazaları dikkat çekiyor. 
Bu konuda gerekli inceleme ve araştırmanın yapılacağına inanıyorum.
Aziz milletim;
İnşirah suresinde buyruluyor ki, “Elbette, her zorlukla birlikte, bir kolaylık vardır”
Allah'ın izni, sizlerin gayreti ve milletimizin de desteğiyle bütün engelleri aşıyoruz.
İmanın, cesaretin, millete adanmışlığın sonu elbette böyle olacak.
Alın teri boşa gitmez. Emek zayi olmaz. Gayret karşılıksız kalmaz. 
Hep birlikte daha güzel günler göreceğiz.
Bu yola çıkarken kolay olmayacağını biliyorduk.
Bir yerlerden söz almadık. Kimseden hiçbir garanti istemedik.
Damarlarımızda akan kana, milletin irfanına güvendik.
En önemlisi de, gayrete tevfik bağışlayan Allah’a güvenip, yola çıktık.
Anka Kuşu’nun hikâyesini bilir misiniz? 
Binlerce kuş, Anka kuşunu görebilmek için, yedi vadi üzerinden, Kaf Dağı’na doğru uçarlar.
O yedi vadinin her biri ayrı tuzaktır. 
Nefis vadisi bir tuzaktır. Cehalet vadisi, bir başka tuzak.
Yalnızlık bir tuzaktır. Dedikodu bir başka tuzak.
İnançsızlık vadisi de, benlik vadisi de ayrı tuzaklardır.
Nefsine yenilenlerin geri döndüğü, ya da yolda kaldığı bu yolculuğu, 30 kuş tamamlar.
Ve Anka kuşunu görebilmek için geldikleri Kaf Dağı’nda, gerçeği anlarlar.
Anka kuşu, oraya ulaşabilendir. Yani kendileridir.
Bütün tuzakları aşıp, dağa ulaşabilenlere, Zümrüdü-Anka denir.
İşte, kurulan tuzaklara düşmeyenlerin omuzlarında yükselen İYİ Parti, Türk Milleti’nin Zümrüdü-Anka’sıdır.
Menzile varana kadar, belki sürçenler olacak, düşenler olacak.
Sendeleyenler olacak, geriye dönenler olacak. 
Nefsine yenilenler olacak.
Ama bu yürüyüş durmayacak. Çünkü biz yılmayacağız, yorulmayacağız.
Zor günlerden geçen Milletimiz, bizimle küllerinden doğacak.
Belki imkânımız, paramız, pulumuz, sarayımız, kortejimiz yok. Ne gam!
Biz saraylara değil, gönüllere ve Hakk’a talip olmuşuz.
Biz bahtımızı, en güvendiğimiz adrese, rabbimize ve milletimize emanet etmişiz.
Şükürler olsun, şimdiye kadar, yüzümüz kara çıkmadı.
Bundan sonra da çıkmasın diye, duacıyız.
Biz yılmayacağız, yorulmayacağız.
“Ya ben İstanbul'u alırım, ya İstanbul beni” diyen Fatih kadar kararlı olacağız.
“Geldikleri gibi giderler” diyen Mustafa Kemal gibi, inançlı olacağız.
Ve Allah'ın izniyle:
Başaracağız… Başaracağız… Başaracağız!
Kardeşlerim,
Sıkça vurguladığım gibi, kim ne derse desin, biz İYİ Parti olarak, güzel
konuşmaya devam edeceğiz,
Doğruya doğru diyeceğiz.
Bizi çekmeye çalıştıkları sarmala düşmeyecek kadar devlet tecrübemiz var, çok şükür.
Güzel ülkemizin, Türkiye’nin menfaatine halel getirecek bir şey görürsek de, kimseyi kırmadan,
yıkıp dökmeden, doğru gördüğümüz yolu önereceğiz.
Çünkü biz o yüce insanın, "Konuştuğunuz zaman ya hayır söyleyin ya da susun"
sözünü şiar edindik..
Evet, ekonomideki kötü gidişata üzülüyoruz.
Yargıdaki haksızlıklara, kadına şiddete, ve Allah'ın yarattığı
hayvanlara yapılan zulümlere öfkeleniyoruz..
Sınırımızdaki güvenlik problemlerine şahit olduğumuz zaman öfkeleniyoruz.
Ve bir an evvel bu sorunların cümlesini çözmek istiyoruz. Elimizden gelen her şeyi yapmak istiyoruz.
Sadece biz değil,, vatanını seven herkes aynı duyguları yaşıyor.. Biz bunun farkındayız.
Bu yüzden hep diyoruz ki; hislerimiz bizi ayrıştırmamalı, aksine birleştirmeli.
Milletimizin çekmek zorunda kaldığı bu güçlükler, birlikte hareket ederek çözüm yolunu bulabilmek için, bizi cesaretlendirmeli.
Buradan ülkemin her köşesine sesleniyorum;
Bu güzel üslubu, bu nezaket dilini, devletin en tepesinden başlayarak, 82 milyon vatandaşımızın da benimsemesini istiyoruz.
Böylece, önce siyasiler arasındaki kamplaşmalar, sonra da milletimizin itildiği kutuplaşmalar azalacak.
Birbirimizi anlamak için adımlar atarsak, sorunlarımızın çözümü de kolaylaşacaktır.
Değerli milletvekilleri;
Biz söyleyince kızıyor, sinirleniyorlar ama bugün milletimizin çözüm bekleyen en önemli sorunu pahalılıktır. Soğan pahalı, biber pahalı, patlıcan, domates pahalı.
“Neden pahalı?” diye sorunca, diyorlar ki; Aracılar parayı götürüyor.
Kim bu aracılar? Fırsatçılık yapanın tepesine çökün diyoruz.
İktidar şikâyet edecek makam değil. Ama bunlar sürekli şikâyet ediyor.
Orası, yanlış yapan varsa gereğini yapacak makam.
Ama mesele, bu zamanları kollayan bazı fırsatçılar değil ki.
Tüketen vatandaş feryat ediyor evet… Ama üreten çiftçi de, ürünü taşıyan da, satan da feryat ediyor kardeşim. Bu işte bir gariplik yok mu?
Bu ürünler, Anadolu’da Trakya’da yetişiyor. Yetişiyor yetişmesine de, mesela 15 milyonluk İstanbul’a, nasıl gelecek?
Şimdi ben size anlatayım...
Ürünler araçlara yüklenecek... O araçlar suyla çalışmıyor... Mazot yakıyor...
Peki, o mazota zammı kim yapıyor? İktidar. Şimdi ben soruyorum, zamların sorumlusu dediğiniz o aracı, iktidar olmasın...
Damat Bakan da diyor ki “Sebze ve meyvenin fiyatı taşımacılık yüzünden artıyormuş.”
E biz bugüne kadar, nohut almak için Kahramanmaraş’a, domates için Ege’ye, portakal almak için Antalya’ya mı gidiyorduk?
Ya da, Millet bugüne kadar evinin balkonunda mı üretiyordu?
İyice şaşırmış... Gerçekten böyle diyor. Fiyatlar taşımacılıktan artıyormuş...
Nakliye, fiyatlar için elbette bir kalem… Ama günaydın be kardeşim.
Domates biber yıllardır bir yerlerde üretilip, bir yerlere taşınıyor.
Anlayacağın, nakliye işi yeni değil.
Ama durun da bir düşünün… Mesela şöyle deseniz hakkınız var;
“Mazota o kadar zam yaptık ki... Otoyolları, köprüleri o kadar
pahalı hale getirdik ki, nakliye masrafı da ikiye katlandı…”
Bunu deseniz hak vereceğiz. Çünkü, doğrusu bu.
Fiyat artışı taşımadan diyor ama, bunu düzeltmek için de tek bir adım yok...
Bunu düzeltmenin yolu, bütün dünyada petrol fiyatı düşerken, habire benzine-mazota zam yapmak değildir.
Devam edeyim. Nakliyede, iş mazotla bitmiyor ki...
Yolların çileli esnafı, şoförlerimiz diyelim ki depoyu doldurdu. Sanıyor musunuz ki, ürünler bir çırpıda İstanbul’a gelecek. Zor... 
Çünkü daha, köprüsü var, otoyolu var. Pahalı mazotu aldı ama daha 380 lira da köprülere verecek. Osmangazi köprüsü mü dersiniz, garanti ödemeli otoyollar mı dersiniz, Yavuz Sultan Selim köprüsü mü dersiniz. Ne derseniz deyin...
Hangi müteahhidin yaptığı köprüden geçmek isterseniz, ondan geçin.
Köprüden geçmesen yol uzuyor, yakıt masrafı artıyor.
Köprü-otoyol demişken, onlara ödenen de bu meşhur beş müteahhidin cebine gidiyor.
Bu beşli kim biliyor musunuz? Hani asgari ücretten bile vergi alırken, tek kalemde 500 trilyonluk vergileri silinen müteahhitler… Bakın hepsi bu değil, tek kalemde bu kadar.
İşte ürünlerin fiyatını yükselten, kamyonların-TIR’ların yaktığı mazotun fiyatı olmasın.
Domatesin-biberin fiyatını artıran, o kamyonların, geçtikleri köprülere-otoyollara ödedikleri paralar olmasın sakın...
Bakın, bizim yaptığımız muhalefet yapıcı. 
Biz eleştirirken, hemen arkasından çözüm önerimizi de sunuyoruz.
Alın kullanın diyoruz.
Allah aşkına;
Biz, tüm seçim kampanyası boyunca, çıktığımız her meydanda sizi
uyarmadık mı?
Tarım politikalarınız yanlış demedik mi?
Girdi maliyetleri yüksek, çiftçi dertli, düşürün bu maliyetleri demedik mi?
Dedik ki;
Üretim plansız. Çiftçi neyle rekabet ettiğini ve bir sonraki dönem ne olacağını bilmiyor. İktidarın yönlendirmesi lazım.
Üretici dağınık... Kooperatifler kurdurun, güçlensinler dedik.
Verileriniz sağlıklı değil, güncelleyin, yerinde bakın dedik.
Ciddi ürün kaybı var, verim düşüyor dedik.
Kendi çıkardığınız tarım kanununu bile uygulamıyorsunuz. Çiftçinin hakkı olan 80 milyar lirayı ödeyin dedik.
Verilen hibe ve destekler, doğru adreslere gitmiyor. Denetleyin dedik.
Günlük müdahalelerle bu iş çözülemez... Yapısal reformlar lazım, onlar da şunlardır, alın uygulayın dedik.
Velhâsıl, dedik de dedik...
Hiç kulak asmadınız. Nasılsa beş müteahhidinizin keyfi yerinde. 
Yazıktır, Dünyada tarım ve hayvancılıkta, kendine yetebilen ülkelerden biriyken, ne
hâle geldik..
Bunları yapmadıkça, mutfaktaki yangın sönmez.
Günü kurtarmayla, her seçim oyu kurtarmayla bu işler yürümez.
Aklınızı fikrinizi beton ekonomisine bağladınız. Milletin sesine kulak vermediniz, derdine oralı olmadınız.
Suçu hale, manava, markete, bakkala attınız.
Şimdi de çıkmış, nakliyeciyi, şoförleri suçluyorsunuz.
Kimseye suç atmaya kalkmayın. Suçlu sizsiniz kardeşim, suçlu siz...
Aziz milletim;
Bakın ben size en temel meseleyi de, çözümü de söyleyeyim...
Bu işleri doğru yapabilmek için, evvela iyi bir tedrisattan geçmiş olmaları gerekir.
Ömürlerini, vatana hizmet aşkıyla yoğurmuş olmaları gerekir.
Gece gündüz bu işlere kafa yormaları, milletin derdiyle dertlenmeleri gerekir...
Yanlarında akrabaların değil, işinin uzmanı, ülkesine sâdık, ve ehil kadroların olması gerekir. Bunların sağına bak akraba, soluna bak, o beş müteahhit...
İYİ Parti’de, hem yönetim tecrübesi, hem de bu sâdık ve ehil kadrolar var çok şükür.
Planlarımız hazır... Hepsini uygulayıp, her sektörü ayrı ayrı ayağa kaldıracağız.
Milletimiz de bunu görüyor ki, her geçen gün bize teveccühleri artıyor.
Her gün, Türkiye’nin dört bir yanından mektuplar geliyor, talepler geliyor.
Aramızda kalsın; Herkes çözümün farkında ha! 
Milletimiz sandığı bekliyor sandığı... 
Değerli milletvekilleri, sevgili gençler;
48 gün sonra yerel seçimlere gidiyoruz.
Bu seçim, iktidarın değiştirileceği bir seçim değil.
Bu seçim, belediye hizmetlerinin daha iyi yapılmasını sağlayacak bir seçim.
İYİ Parti olarak, bizim “İYİ Belediyecilik” diye bir anlayışımız var... 
Nedir bu “İYİ belediyecilik”?
Size biraz bundan bahsedeyim... 
İYİ Belediyecilik, öncelikle, vatandaşın alması gereken hizmeti, ona en uygun
şekilde sunmaktır.. 
İktidar vatandaşımın derdini çözmüyorsa, o derde de çare üretmektir.
Yani benim belediye başkanımın, ilinde-ilçesinde-beldesindeki sorunları çözmesidir.
Bakın bu elimdeki, “İYİ Belediyecilik” kitabı...
Tüm belediye başkan adaylarımıza dağıtıldı.
Bu kitapta bir “Ant” var. Seçimden önce her adaya imzalattırılmak üzere bir “ant” kaleme aldık. Bu bir yemin metnidir...
Neyin yapılacağını, ve neyin yapılmayacağını gösteren bir yemin metnidir...
Adaylarımız buraya attıkları imzayla, milletimize söz vermiş olacaklar. Kendilerini bağlayacaklar...
Belediyeyi kazandığımızda, beş yıl boyunca adım adım ne yapacağımız belli.
Uygulama yöntemleri belli. Hangi kadrolara ihtiyaç duyulduğu belli. Her sorunun çözümü belli.
Bir an evvel, hızlıca uygulamaya koyacağız.
Burada, ücretsiz internetten, Şefkat evlerine,
Milli duruştan, ortak akla, 
Sanat ve estetikten, kadınlarımızın sorunlarına,
Akıllı İYİ kentlerden, dar gelirliye verilecek desteklere,
Yaş almışlarımız için, İYİ yaşam evlerine,
Engelsiz kentlerden, ücretsiz ulaşıma,
Hatta, komşu ve mahalle kültürüne kadar birçok konuda çözümlerimiz hazır.
Önümüzdeki günlerde, tüm projelerimizi tek tek tanıtacağız…
Göreceksiniz, Milletimiz, İYİ Parti’nin kentleri nasıl yönettiğini görüp, ülkenin yönetimini de ehil ellere bırakacak.
Şimdi sizi, bu ehil ellerden biri olan; 
Tokat Belediye Başkan adayımız Sayın Hüseyin Yarıcı ile tanıştıracağım.
Bakın buradan ilan ediyorum;
İYİ Partili Belediye Başkanlarının hizmetinde tek bir ölçü olacak.
O; şunun yakını, 
Bu; bunun torpillisi, 
Öteki; şuranın ağası falan denmeyecek.
Benim vatandaşım, cebinden Türkiye Cumhuriyeti Kimlik Kartı’nı çıkardığı anda, hakkı olan tüm hizmetleri eksiksiz alacak...
Vatandaşım şundan emin olacak;
İYİ Partili Başkan, partisine, etnik kökenine, inancına bakmadan, herkese eşit ve hakkaniyetle hizmet edecek.
Milletimiz şundan emin olacak;
Bu kimlik kartı, 82 milyonluk bir ailenin, eşit haklara sahip olduğu, ortak tapu senedidir.   
İYİ Partili bir Belediye Başkanı’nın yönettiği kentte, torpil de budur, ağa da budur, paşa da budur!
Göreceksiniz, vatandaşımıza bu huzuru, bu güveni yaşatacağız.
Altını önemle çizmek istediğim bir nokta daha var:
İyi Belediyecilik kitabında, benim en çok önem verdiğim yer neresi biliyor musunuz;
İYİ başkan ne yapmaz!
Bakın size biraz kopya vereyim;
Öncelikle, lüks ve şatafat içinde yaşamaz.
Lüks makam araçları kullanmaz.
Kendisi ya da yakınları sebepsiz yere zenginleşmez;
Adı, yolsuzlukla yan yana gelmez.
Personel alımlarında hısım-akraba kollamaz. O işin ehlini arar, ve tüm vatandaşlarımızın hakkı olduğunu bilir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu iradesiyle ters düşenlerle işi olmaz, olamaz…
Dinî inançları siyasi malzeme yapmaz. Söylemlerine dini alet etmez.
Bunun yerine, mukaddes dinimizin emirleri ışığında, her işinde, hakkaniyet ve adaleti arar.
Çevreye ve Allah’ın bize lütfu tabiata zarar veren projelere izin vermez.
Hayvan haklarını ihlal etmez, ihlale duyarsız kalmaz.
Kimseyi küçümsemez, kibre kapılmaz.
Toplum yararına olmayan (cukkayı dolduran) gösterişli yatırımlar yapmaz.
Belediye Başkanlığı yetkilerini, kendi duygu ve düşünceleri doğrultusunda kullanmaz.
Bunlar özeti...
Bir bizim belediyecilik anlayışımıza bakın, bir de bu muhteremlerin.
Lafa gelince şunlar en şahane belediyeciler...
İnsan hiç mi Allah’tan korkmaz, hiç mi kuldan utanmaz. Anlayamıyoruz...
Bu kentleri nasıl bu hâle getirdiniz? Buna nasıl müsaade ettiniz?
Kendiniz söylüyorsunuz, bu şehirlere nasıl böyle ihanet edebildiniz?
Şimdiii, anlatın da dinleyelim şu gönül belediyeciliği hikayelerinizi.
Ben size söyleyeyim... Bunların gönül belediyeciliği dediği, cüzdanlarının gönlü. 
Ekonomide, devlet yönetiminde, belediye yönetiminde böyle ciddiyetsizlik görmedik.
Özal’ı gördük, Demirel’i gördük, beraber çalıştık...
Erbakan Hoca’yı gördük, beraber çalıştık…
Tansu Hanım’ı, Mesut Bey’i gördük. Onca bakan, bürokrat, uzman, danışman tanıdık, böyle bir yetersizlik, böyle kifayetsiz kadrolar görmedik.
Önümüzdeki belediye seçimlerinde, işte bunları da göz önünde bulundurmak gerekiyor.
Belediyecilik sadece bir şehrin çöpü, elektriği, suyu değildir.
Alınan bir yanlış imar kararı bile, soframıza gelen soğanın, biberin fiyatını 16 liraya yükseltebiliyor…
Bunu görebilen bir vizyon olması gerekiyor. Bu vizyon, bin yıldır bu topraklarda vardı. Selçuklu’da vardı, Osmanlı’da vardı. Onlar ne yaparlardı biliyor musunuz?
Açın, ekonomi tarihini okuyun lütfen... Mehmet Genç hocamız var. Hem iktisat
Tarihçisi, hem Osmanlı arşivcisi...
Diyor ki; Osmanlı ekonomide ilk önce milletin iaşesini düşünürdü. 
Ekonomiye, 
“millete en kaliteli, en güzel ürünleri, nasıl en ucuz fiyata ulaştırırım?” 
diye bakardı.
Yüzlerce yıl önce Osmanlı’da olan vizyonun zerresi, Damat beyde yok maalesef.
Olması da beklenmez... Bir insan ehil değilse, derdi de milletin geçimi değil kendi çıkarıysa, geçmiş ola...
Ezcümle, başa koyduğun adam işini yapıyor mu diye bakacaksın kardeşim.
Şöyle bir anlayış olabilir mi? Evet, bu hırsız ama, bizim hırsızımız…
Sonra o hırsızlığı örtmek için, 3-5 kişi daha işe ortak olur… Millete hizmet götürecek paralar da bunların ceplerine doluşur. Sonra vah Mehmet Amca’nın, Ayşe Hanım’ın başına gelenlere…
Aziz milletim;
Bir de bunlara ortak olmak, beraber çalmak için, sana Habur günlerinde olduğu gibi, 2010 referandumlarında olduğu gibi, en rezili en güzel diye yuttururlarsa, bu sefer vay devletin başına gelenlere… 
O dönem bizzat uyarmama rağmen yanlışlarından dönmediler, yaptıkları yanlışın bedeli 15 Temmuz hain darbe girişimi oldu…
Dostça tavsiyem odur ki, sütü bozuk, kumaşı defolu olandan, adam olmaz…
Bir an evvel değiştir o hâinleri, kifayetsizleri.
Başkasını sokan yılanı sakın ha koynunda barındırma... Fıtratı odur ki, gün gelir seni de sokmaya kalkar.
Hatırlayın; televizyonlarda, Türk bayrağına saldıranlar,
Türkiye Cumhuriyeti’nin adını değiştirmeye çalışanlar,
okyanus ötesine yalakalık yapanlar, ne hikmetse şu anda size methiyeler diziyor. Neden acaba diye bir düşünün bakalım.
O zamanlar, Ergenekondu, balyozdu diye bağırıp, terörist başına iltifat ederken, nereye hizmet ediyorlardı?
Bunlar paralı asker kardeşim, bir an evvel gereğini yap... 
Yok tembellik edersen, beklersen, zaten biz geliyoruz. Türk devlet hafızası unutmaz!
Değerli milletvekilleri;
İkinci bir husus da, vergiler...
Nazik bir dille sesleneyim; Çok rica ediyorum, düşün şu milletin yakasından.
2002’de, siz geldiğinizde milletten 60 milyar lira vergi toplanıyordu... Siz geldiniz, bu sene 760 milyar lira toplanıyor. Bu nedir arkadaş?
Millet “Biber alacak para yok” diyor. Siz vergiyi 13 katına çıkarıyorsunuz. Bu Allah’tan reva mı?
Bu parayı, ürünü ucuzlatmak için de harcamıyorsunuz...
Peki, nereye harcıyorsunuz Allah aşkına?
Gerçi biliyoruz nereye harcadığınızı. Milletimiz de artık görüyor...
Ama şöyle hatırlatayım; israf, haramdır kardeşim israf haramdır.
700 milyar fazladan vergiyi geçtik, 2002’den beri yurtdışından borç-morç, 600 milyar dolar da
para girmiş bu ülkeye.. Nereye gitti bu paralar?
600 milyar doları da geçtik... Bir dünya özelleştirme yapıldı, ne var ne yok satıldı. Nereye gitti bu paralar?
Hadi onları da geçtik. Bütün kamu bankaları görev zararı yazıyor...
Merkez Bankası’nın yıllık kâr payı toplantısı erkene alınıp, kasada ne kadar kâr varsa hazineye aktarılıyor. Kardeşim, nereye gidiyor bu paralar?
Bu paralar öyle iki köprüyle, otoyolla, iki hastaneyle açıklanacak rakamlar değil.
Eğer benim soframa gelen ürünün fiyatı inmiyorsa, ben geçinmekte zorlanıyorsam, bunun başka bir açıklaması olmalı.
Memleketin geldiği yer belli, ama hala bir pişmanlık belirtisi yok. Utanmadan iyi yapıyoruz diyorlar. Dengemizi bulduk diyorlar. Bu nasıl laf hala anlayabilmiş değiliz...
Fiyatlar almış başını gidiyor, vergi üstüne vergi biniyor, Damat bey çıkmış, “Dengemizi bulduk” diyor. Neyin dengesi bu?
Ben size işin aslını söyleyeyim;
İşin aslı şu ki; sizinle 17 yıldır, ne Türkiye dengesini bulabildi, ne de siz, Türk siyasetinde
denginizi bulabildiniz..
Ama merak etmeyin;
Türkiye’nin dengesi de İYİ Parti, sizin denginiz de İYİ Parti. Elhamdülillah İYİ Parti var...
Kardeşlerim,
Birçoğunuz şahit olmuşsunuzdur... Esnafımızın dışarıda bir işi çıktığında dükkâna tanıdık ve
güvenilir birinin gelmesini bekler. “Yarım saat kasada dur da, filanca yere gidip geleyim” der...
Emin olun, o esnafımızın hiçbiri, bu ekonomi yönetimine güvenip de, bir büfeyi bile teslim etmez.
Memleketin haline bakar, ve bilir ki, yarım saatte dükkana topu diktirir. Ama memleketin ekonomisi Damada teslim. Haliyle sonuç bu...
Şimdi bir çözüm bulduk diyorlar. 
Ne yapacaklar? Tanzim satışlar.
Yani satışı devlet yapacak...
Tanzim satış işine karşı değiliz. Ama hani bunlar “Yeni Türkiye” deyip, eskiyi beğenmiyordu. 
Bu milletin dişiyle tırnağıyla kurduğu fabrikaları haraç-mezat satarken, “Devlet ticaretle mi uğraşır?” diyorlardı. 
Ne oldu? 
Buldukları çözüm: Pahalı olan her şeyi devlet eliyle ucuza satacaklarmış.
Şu işe bakar mısınız? Devletin en stratejik fabrikasını özel sektöre devrediyorlar, domatesi-biberi devlete sattıracaklar.
Onu da, bir zamanların karneye bağlanan ekmeği gibi, sınırlı kiloyla veriyorlar. Bu gidişle, domatesi-biberi karneye bağlarlarsa şaşırmayın. Bu hesapsızlığın sonu bu...
Gerçekten merak ediyorum. Bu gidişin sonu ne olacak?
Mesela otomobil fiyatları da katlandı... Yarın millet feveran edince, devlet oto galerisi mi açacak?
Sorunu inkâr ediyorlar, çözümleri de çözüm değil. Diyelim ki, milleti iki ay daha oyaladınız…
Sonra ne yapacaksınız? “Marketlere biraz daha bağıracağım” diyor Sayın Cumhurbaşkanı... 
Bu işler bağırıp çağırma ile olsaydı dünyada fakir ülke de, fakir insan da
kalmazdı... Altı aydır bağırıyorsun. Peki niye düşmüyor bu fiyatlar?
Çalışmayacaksınız, üretmeyeceksiniz, ne bulursanız satıp betona gömeceksiniz, sonra da
bağırıp çağırmakla düzelteceksiniz?
Yok öyle bir dünya...
Haaa bir de; sandığa giderken bize gündem ezberletmeye kalkıyorlar.
İstiyorlar ki sandığa beka diye gidelim. Dayatma gündemlerle gidelim. Öyle yağma yook!
Sandığa ekonomi diyerek gideceğiz. Tencere kaynamıyor diye gideceğiz. Milletin gündemiyle
gideceğiz. 

Aziz Milletim,
Geçtiğimiz hafta İstanbul'da bir bina çöktü ve 21 vatandaşımız enkaz altında kalarak vefat etti…
Hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Cenab-ı Hak’tan rahmet, yakınlarına sabır ve başsağlığı diliyorum. 
O enkaz bir binanın enkâzı olmanın ötesinde, bir yönetim anlayışının ve bir ekonomik modelin enkazıdır. 
Bir ahlaki tükenmişliğin, Allah’ın yarattığı canı bile hiçe sayan gözü dönmüşlerin yarattığı enkazdır. 
İYİ Parti bu elim olayın peşini asla bırakmayacak. 
Bu inşaatı yapan müteahhitten de, inşaata izin veren belediyeden de, denetlemeyen büyükşehirden de hesabını soracağız.
“Bu olaydan alacak çok dersimiz varmış... “
25 yıldır siz ders alabilseydiniz, bu felaketleri yaşamazdık.
8 katlı binanın 3 katı kaçak, altındaki atölye kaçak, işçiler kaçak. Can kaybı var, yaralı var,
yayın yasağı var, enkazın başında nutuk çeken şehircilik bakanı var. Ama meydanda bir tek suçlu yok... 
Yine “fıtrat” deyip Allah'a bühtan edecek... 
Madenlerdeki göçüklerin, tren kazalarının, iş cinayetlerinin üstünü nasıl örttülerse, bunu da öylece geçiştirecekler...
Bunları söyleyince de lafları hazır; “Acılar üzerinden siyaset yapılmaz…”
Bakın kardeşim, siz siyaseti, para-pul-ranttan ibaret sanıyorsunuz ama, siyaset, o acılar yaşanmasın diye yapılır. 
Ve siyaset, bu acılara susacaksa, kapıya kilit vurup gitsin...
Akıllarınca, işi tantanaya getirip, ihmalin, rüşvetin, rantın faturasını yine millete kesecekler. Kaşgar'ı, Herat’ı, Buhara’yı,
Semerkant’ı kurmuş bir millet, bu hoyratlığa, vandallığa tahammül edemez ve etmeyecektir.
Şehirlerimize ihanet edildi. Kendi Gök kubbemiz çökertiliyor...
Milletimiz bunun hesabını elbette soracak. Elbette bedelini ödetecek.
Kim yaptı bu binaları? 25 senedir kim yönetiyor bu şehri? 25 senedir aynı kişiler yönetiyor.
Sözlerine bakarsan, sanki dün gelmişler... Her şeye şaşırıyorlar.
Tabi, kesin suçlu yine bir başkasıdır..
Kardeşim, ormanları gizlice yedi cüceler mi kesti de, sen
görmedin?
Deniz kenarlarını orglar, yecic mecücler mi istila etti de, sen durduramadın?
Zeytinburnu’nda en yakın arkadaşınız değil miydi, izinsiz ruhsatsız binayı dikip, İstanbul’un siluetini bozan...
Hatırlıyor musunuz? Hani “Tıraşlasın o binayı. Kırgınım o arkadaşa” demiştiniz ama, adam yine bildiğini okudu? 
Uygulayacak kanununuz mu yoktu?
Yahu siz değil miydiniz, helikopterlere doluşup, şehirlerin üstünde cirit atarken “aha da şuraya
site yapılsın, buraya beton dökelim” diyen.. “Şu araziyi hazineden vakfa devredin, vakıftan
falancaya kaynak girsin, filanca da kılıfına uydursun” diyen.. 
Cânım İstanbul siluetinde, minarelerin arasına kuleleri yerleştiren
siz değil misiniz?
Benim milletim, huzur içinde, kendini güvende hissettiği, ağız tadıyla yaşayacağı
şehirleri hak ediyor..
Koca bir Mimar Sinan çıkarmış bir muazzam medeniyetin çocuklarıyız biz...
Biz, milletimizin bize verdiği yetkiyle ve damarlarımızda akan vatan sevdasıyla, iktidarda
bulunanlara sürekli doğru yolu göstermeye çalışıyoruz.
Bazılarını dinliyorlar da... 
Ama sonra, fıtratları gereği, topukları üzerinde geri dönüyorlar. 
İYİ Parti’ye engel olduklarını düşünüyorlar ama aslında Türk milletinin yoluna taş koyuyorlar.

Aziz milletim,
Ak Parti kadrolarına sorarsanız, Türkiye güllük-gülistanlık...
Geçen haftaki grup konuşmasında şöyle diyorlar; “Kimsenin çarşıdan pazardan bahsettiği yok. Herkes halinden memnun.”
Beyefendi gidiyormuş, soruyormuş, herkes halinden memnunmuş...
Üç yüz korumayla vatandaşımın tepesine dikilirsen, sana diyeceği odur tabi.
Milletin halini sormanın yolu o değildir. O işler nasıl yapılır tarihimizde binlerce örneği var. Bir idareci halkın durumunu bizzat öğrenmek istiyorsa önüne mehteranı, arkasına zülüflü baltacıları alarak meydana çıkmaz.
Neymiş efendim muhalefet domates diyormuş, patlıcan diyormuş, soğan diyormuş. 
Ne diyelim peki? Vallahi bizim yediklerimiz bunlar...
Siz de kalkın, sarayda yediğiniz Ejder meyveli sımutiyi anlatın bari...
Alışmışlar “evet efendim”ci muhalefete, bizden de aynısını bekliyorlar
galiba...
Kendi hataları, yanlış ekonomi politikaları sonunda fiyatlar uçup gidince, başladılar bahane üretmeye. 
“Biz düşmana mermi atıyoruz. Bir merminin fiyatı nedir biliyor musunuz?” diyorlar…
Sebze meyvenin fiyatı, güya bir de bu yüzden yükseliyormuş…
Bunlar bahane ustası oldular. 40 yıl düşünsek, meyve-sebzeyle mermiyi aynı cümlede kullanmak aklımıza gelmezdi...
Bu sözün ülkenin Cumhurbaşkanı’nın ağzından çıkmış olması büyük bir talihsizliktir…
Üç tane belediye için Türk Devleti’ni bu kadar aciz göstermek olur mu? 
Sebzenin fiyatıyla merminin ne alakası var? Mermiyi sivri biberden, barutu domates çekirdeğinden mi yapıyoruz?
Böyle bir ciddiyetsizlik olur mu? Bu devlet ilk kez mi düşmana mermi atıyor?
Devleti yönetiyorsan hem atılacak mermiyi bulacaksın, hem de ekmeği aşı ucuzlatacaksın...
Suriyelilere harcadığın 35 milyar dolar ekonomiyi batırmıyor da, düşmana sıktığımız mermiler mi batırıyor?
Biz, bizimle birlikte milletimiz, çarşı-pazar deyince, patates-soğan deyince, sarayda ejder meyvesiyle beslenenlerin aklına Çanakkale ruhu geldi...  “Bu kadar mücadele ediyoruz. Bir mermi kaç para biliyor musunuz?” diye soruyor...
Beri bak efendi! 
Bu millet, vatanı için verilen mücadelenin muhasebesini tutmaz... 
Yakılan merminin hesabını sormaz... 
Zaten sorduğu da o değil.
Ama hazır sorudan bahis açılmışken, ben sorayım;
İki buçuk katrilyon liraya aldığın o lüks uçak, kaç mermi eder? Önce bunu bir hesapla da, sonra millete ahkam kesersin...
Bir F-16 uçağının, mühimmat kullandığı takdirde saatlik maliyeti 80 bin dolar, yani 400 bin lira...
Senin o uçağının parasıyla, 158 F-16 uçağımızın her biri, 40’ar saat uçar. Her biri 40 operasyon yapar.
Senin o uçağının parasıyla, Mehmetçiğin tabancasına, 1 milyar 666 milyon tane mermi alınır…
Tüfeğine, 1 milyar tane mermi alınır. 
Millet ordusunun muhasebesini tutmuyor. Ama bil ki, senin şatafatının hesabını tutuyor...
Aziz milletim,
Türk-İş geçen hafta açıkladı. 4 kişilik bir aile için yoksulluk sınırı 6.542 lira...
Yani 4 kişiyseniz, ve eve ayda 6500 liradan az para giriyorsa, yoksulsunuz.
Şimdi soruyorum;
Evinize bu kadar para giriyor mu?
Geçtim 6500 lirayı… Üç çocuğu olan bir baba asgari ücretle, ne yediriyor ne içiriyor evladına?
Ülkede bu maaşları görebilen kaç kişi var? Geçen yıl 1 milyon kişi daha işsiz kaldı, ve işsiz sayımız resmi rakamlarla 4 milyon kişi oldu…
Bakın biz bu sayıları söyleyip geçemiyoruz, içimiz sızlıyor. Bunlar sadece rakam değil.
Bu 4 milyonun her biri bir insan evladı. Her biri bir öykü...
Umutları var. Hayalleri var. Sevdiklerinin sorumluluğunu taşıyan insanlar...
Çocuğu bir şey istediğinde boynunu eğen babalar bunlar.
Etli yemek istediğinde buzdolabının kapağını açan, ama kapatamadan dalıp giden analar
bunlar...
Ülke son 10 yıldır yerinde sayıyordu... 6 aydır da, iktidar oldukları yıla, 2002 seviyesine döndü. Artık yerinde bile sayamıyor. Türkiye’nin yeni bir atılıma ihtiyacı var.
İYİ Parti, üretime dayalı yeni bir kalkınma vizyonuyla milletimize hizmet etmeye hazır ve kararlıdır.
Yoksulluk, hayat pahalılığı ve krizler, Türkiye'nin kaderi değildir. Bunlar hatalı politikaların sonucudur. Türkiye fakir ve güçsüz kalmaya mecbur değildir.
Türkiye dünyanın lider ülkesi olmalıdır!
Kardeşlerim,
Geçen hafta Yunanistan Başbakanı ülkemize geldi biliyorsunuz. Misafirdir, hoş geldi safa geldi. Amma yakışmayan işler oldu...
Söylemeden geçemeyeceğim.
Yunan Başbakan ayağının tozuyla Ayasofya’ya gitti. Arkasından Heybeliada Ruhban Okulu’na. Sonra
Patrikhane’de ayinler, şunlar bunlar…
Peki Çipras nereye gitmedi? Anıtkabir’e gitmedi. Yunan misafir Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün şahsı manevisini ziyaret etmedi.
Oysa devlet protokolümüzde bu şarttır...
Buna nasıl müsaade ediyorsunuz, N’oluyoruz kardeşim, amacınız ne sizin?
Yunanistan ekonomik krizdeyken, “Yunanistan’ı satın mı alsak?” diye gevrek gevrek espri
yapıyordunuz…
Ne oldu, para bitti, delikanlılık da mı bitti?
Delikanlılık demişken... 
Bu rabiacı muhteremler yine delikanlılığın kitabını yazdılar. 
Türkiye'ye sığınan Muhammed isimli bir Mısırlı genci, Sisi'ye iade ediyorlar…
Hani rabia onurunuzdu, şerefinizdi?...
Hani Sisi darbeciydi?... 
Ak Parti'ye oy veren kardeşlerim... 
Bu riyayı görün. Bu iki yüzlülüğü görün. Rabia yaptığınızda, Rabiacı Muhammed'i Sisi'ye teslim edenin yine bunlar olduğunu görün.
Aziz milletim,
Geçen hafta andımızın geri getirilmesi ile ilgili bir önerge verdik mecliste. Önerge AK Parti,
MHP ve HDP’nin oylarıyla reddedildi. Andımız, PKK’nın talebi üzerine, çözüm denen ihanet
sürecinde kaldırılmıştı. Şimdi geri getirilmesine engel olan üçlüye bakınca, kimin ne uğruna 
kiminle birlikte olduğunu da milletimizin takdirine bırakıyorum. 
HDP, cumhur ittifakının gizli ortağıdır,
ve görevi de onların iftiralarına altyapı hazırlamaktır.
Ainesi iştir kişinin lafa bakılmaz. Yaptıklarına bakarsanız kimin ne olduğunu anlarsınız.
Aziz milletim
Doğu Türkistan için bizden başka ses veren, ah eden yok.
Her defasında soruyorum;
Ey iktidar, Çin’den paralar gelmedi mi daha?
Vicdanınızda mazlum mümin Türklerin feryadını ne zaman duyulacak?
Hafta sonu, büyük ozanımız Abdürehim Heyit’in cezaevinde vefat ettiği haberi yayıldı.
Çalmadık kapı bırakmadık. Devletimizin Doğu Türkistanlı kardeşlerimizle ilgilendiği yok ki, bilgi alabilelim...
Vefat haberi yüreklerimizi dağladı. Ama sonradan anlaşıldı ki ozanımız yaşıyor.
Bu zulüm öyle bir hal aldı ki, artık her gün ölüp ölüp diriliyoruz.
Ne demişti Ozan;
Dedim niçin korkmazsın? Dedi Tanrım var,
Dedim ya başka? Dedi halkım var,
Bu vesileyle kendisine sağlık ve sabır diliyorum.
Şu kürsüden, içim yana yana, Doğu Türkistanlı soydaşlarımızın uğradığı zulmü haykırdım. 
Başkaları ses verirken, Türkiye sessiz kalmasın diye uğraştım. 
Ama Çin’den gelecek üç kuruşun hesabını yapanlar sessiz kaldılar. 
Doğu Türkistan’ı unuttular. Ak Parti’si de unuttu, MHP’si de unuttu. 

Değerli arkadaşlarım,
İYİ PARTİ bugünlere kolay gelmedi. Hepinizin emeği var. Allah hepinizden razı olsun. Salon
Vermediler, meydanlarda buluştuk. Elektrikleri kestiler, megafonla konuştuk. Meydanda bomba
var dediler, inadına oraya doluştuk. 28 şubatta tanklara boyun eğmeyenleri, çöp
kamyonlarıyla durduracaklarını sandılar, gülüp geçtik. Her türlü engeli cesaretle, dik duruşla
ve vakarla aştık.
Hedefe giden yolun gülle değil, taşla, dikenle dolu olduğunu hepimiz biliyoruz.
Çölde, göğsüne kızgın kayalar konulan Habeşli Bilal’in çektikleri yanında, bunlar nedir ki?
Çekirge yiyip, Medine’yi müdafaa eden Fahrettin Paşa’nın çektikleri yanında, bunlar nedir ki?
Vey Irmağında Kürşad'ın, Sakarya’da Mustafa Kemal’in yaşadıkları yanında, bunlar nedir ki?
Biz kimseye kolay bir zafer vaat etmiyoruz.
Biz, Uhud'da zırhını kuşandıktan sonra kararın değiştirilmesini isteyenlere “Allah'ın hükmü belli olmadan, bu zırhı çıkarmak yakışmaz” buyuran peygamberimizin sevdalılarıyız.
Atılacak her adımı istişare ederiz. Ama bir kere karar verdik mi, ölsek bile yolumuzdan dönmeyiz.
Kardeşlerim buradan herkese tekrar hatırlatıyorum; 
Telaş varsa, ümit de vardır... Ve emin olun, ümidimiz çoktur.
Ümit var olun.
“Niyet hayır, akıbet hayır” diyerek yola çıktık. Allah’ın izni ve sizlerin mücadelesiyle zafer yakındır.
Delinse yer, çökse gök, yansa, kül olsa dört yan,
Yüce dileğe doğru yine yürürüz yayan...
Allah ayağınıza taş değdirmesin.
Allah kötülerle karşılaştırmasın.
Millet bizden hizmet bekler. 
Allah yar ve yardımcınız olsun.
Allah’a emanet olun.

Advert