Prizren’de Atatürk’ün 78.Ölüm Yıldönümünde 20. Atatürk’ü Anma
Haftası Düzenlendi. Prizren’deki Filizler Türk Kültür Derneği ve
Kosova Aydınlar Ocağı tarafından düzenlenen toplantıya Aydınlar
Ocağı genel merkezi bir heyetle katıldı.
Aydınlar Ocağı Genel Başkanı Prof.Dr.Mustafa E. Erkal’ın “Atatürk
Haftası” dolayısıyle Prizren’de (Kosova) Yaptığı Konuşmadır:
Prizren’de Filizler ve Kosova Aydınlar Ocağı’nın düzenlediği Atatürk
Haftalarının 20.sinde bir araya gelmiş bulunuyoruz. Sadece Türk Milleti için
değil; bütün Dünya için ölümsüz bir lider olan Atatürk’ü anma toplantısının
düzenlenmiş olmasından büyük bir mutluluk duyuyorum. Türk Dünyasının bu
vefalı, ilkeli ve kadirşinas soydaşlarımızı ve emeği geçen herkesi tebrik
ediyorum. Milli Mücadelenin muzaffer komutanı, Cumhuriyetimizin kurucusu,
mazlum milletlerin bağımsızlık rehberi, son yıllarda değerini daha da iyi
anladığımız büyük Türk Milliyetçisi Mustafa Kemal Atatürk’ü 78. Ölüm
yıldönümünde rahmet ve saygı ile anıyoruz.
10 Kasım, 29 Ekim, 19 Mayıs ve 23 Nisanlar doğru bir durum
değerlendirmesi imkanını bize veren ders alınacak tarihler ve fırsatlardır. Dünü
bilerek bugünü değerlendirebilmek; yarınları kurtarabilmek mümkün olabilir.
Aslında değerli destan şairimiz rahmetli Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nun şu
mısraları bize ışık tutmaktadır: Seni özünden vuran düşmanın kimmiş dünkü/
Göreceksin ki yine aynı düşman bugünkü…
İnancımıza göre, her canlı ölümü tadacaktır. Önemli olan yaşanan ömrün
hayırlı hizmetlerle geçmiş olmasıdır. İşte; Atatürk de Milli Mücadele ve
Cumhuriyetle Türk tarihinde bir çığır açtığı, Osmanlı’nın yıkıntılarından bir
güneş gibi doğan T.C.’nin kurucusu olduğu için daima hayırla ve rahmetle yad
edilmektedir.
Atatürk’ün mensubu olmaktan gurur ve şeref duyduğu Türk Milletinin bir
kavimler ve etnik guruplar ittifakı olmadığını öncelikle kavramamız gerekir. Milli
Mücadele Anadolu’dan kovduğumuz emperyalist ülkelerin isteklerine ve Sevr
şartlarına uygun olarak yapay devletçikler ve milletler yaratmak için
yapılmamıştır. Milli Mücadele ile Sevr dayatması paramparça edilmiş ve tarihin
çöp kutusuna atılmıştır. Milli Mücadele kimsenin izni ile de olmamıştır. O milli
bir harekettir ve Türk Milletinin bir bütün olarak işgalcilere direnmesidir. Milli
Mücadele bir zümre, etnisite veya sınıf hareketi de değildir. Türklerin ve
kendilerini Türk olarak, Türk Milletine mensup hissedenlerin şerefli bir vatan
savunmasıdır. Kendilerini Türk Milletine mensup hissetmeyenler Milli
Mücadeleye de, Devletin kuruluşuna da katılmadılar. Mensubu olduklarını
hissettikleri ülkelere gittiler ve oralarda görev aldılar. Kurucu Türk unsuru ile
kader birliği yapanlar, Anadolu’da kalarak bu şerefli ve zor mücadeleyi
başardılar.
Milli Mücadelenin tacı olan Cumhuriyet kimseye kimlik dayatmamıştır.
Bizim tarihimizde zora dayalı bir kültürleştirme yani eritme (asimilasyon)
olmamıştır. Türk tarihinde böyle yüz karası suçlar yoktur. Bu bakımdan,
Cumhuriyetin haksız yere suçlanmasını anlamak da zordur. Eğer Batılı ülkelerin
yaptığı gibi bir eritme olsaydı; Balkanlar’da tek dil ve tek din olurdu. Hoşgörü
esas alınmış ve farklılıklar üzerinde birlik, tevhid aranmış, farklılıklar da
kutsallaştırılmamıştır. Osmanlı’da eğitim-öğretim dili de Türkçedir.
Cumhuriyetin kurucu unsuru Türkler ve kendilerini Türk olarak
hissedenlerdir. Hiçbir ülkede kurucu unsur dışlanarak milli kimlik tanımı
yapılamaz. Türkiye ismi yüzyıllar önce Anadolu’ya verilen isimdir. Milli kimlik
etnik çağrışım yapmaz; çünkü etnik gurup kapsamında düşünülemez. Yeni
devletin bir Türk devleti olması, Osmanlı İmparatorluğu bünyesinde
16.yüzyıldan itibaren dışlanan ve kaybedilen kimliğin tekrar kazanılması ve asla
dönüştür. Bir başka ifade ile, 1299’da Osmanlı’yı kuran kurucu iradeye
dönüştür.
Milli bağımsızlık ve egemenlik üzerinde bilhassa duran Atatürk aksi bir
görüşte olmuş olsaydı; Türk Milletinin Milli Mücadeleyi başaramayacağından
hareketle manda ve himaye görüşlerini kabul ederdi. “Bağımsızlık benim
karakterimdir” diyen kendisidir. “Türkiye maymun değildir; hiçbir milleti taklit
etmeyecektir; o sadece öze dönecektir; hangi istiklâl vardır ki yabancıların
nasihatlarıyla, yabancıların planlarıyla yükselebilsin. Tarih böyle bir hadiseyi
kaydetmemiştir” ifadeleri adeta ders niteliğindedir.
Atatürk’ün yaşadığı dönemdeki bazı liderlerden esinlenerek kendisine
haksız bir şekilde bazılarınca diktatörlük yakıştırılmıştır. Aslında Türk tarihine,
Cumhuriyete ve Türk kültürüne karşı olanlar Atatürk’e de karşıdır. Milli
Mücadele faal ve açık bir Meclisle, TBMM ile yürütülmüştür. Atatürk tek
adamlığı ve TBMM’de kendisine verilmek istenen imtiyazları reddedecek kadar
Türk Milletinden bir ferttir.
Milli Mücadele ne bir ihtilâl, ne de bir darbedir. Darbeler iktidarlara karşı
yapılır. Milli Mücadeleye atıldığımız dönemde ortada biten, çöken, toprakları
işgal edilen, egemenliği ortadan kalkmış bir saray ve eli kolu oynayamayan bir
esir padişah vardı. Milli Mücadele ve Cumhuriyet, ne padişahı, ne de onun
işbirlikçi hükümetini iktidardan indirmiş değildir.
Cumhuriyet mi, yoksa demokrasi mi diye bir değerlendirmede bulunmak
bizim siyasi tarihimiz bakımından eksik bir tercihtir. Cumhuriyet, demokrasi ve
milliyetçilik gerek Milli Mücadeleyi harekete geçiren, gerek onun tacı olan
Cumhuriyetin özüdür.
10 Kasım 1938 tarihinde Nazi yönetiminden kaçarak Türkiye’ye göç eden
ve İ.Ü. Hukuk Fakültesinde ders veren bir Alman profesör Atatürk’ün ölüm
haberini duyunca şaşırır. Derse girip girmemekte karar veremez. Üniversite
rektörüne müracaat eder ve ne yapması gerektiğini sorar. Dönemin rektörü;
“sizde böylebüyük bir adam ölünce ne yaparlarsa onu yapın” der. Alman
profesörün cevabı çok dikkat çekicidir: “Bizde bu kadar büyük bir adam ölmedi
ki” der.
Atatürk sanata ve tiyatroya da meraklı bir liderdi. Bir oyuna bir süre
gecikerek gitmek durumunda kalır. Oyun başlamıştır. Temsil sonunda Atatürk
ilgilileri tebrik eder ve “Eğer benim için geç başlatacak olsaydınız dalkavukluk
etmiş olurdunuz” der. Atatürk alçak gönüllü ve mütevazi bir insandı.
Atatürk samimi bir dindardı. Hurafelerin din olarak takdimine de karşıydı.
Atatürk TBMM’nin açıldığı 23 Nisan 1920 tarihinde Ankara Hacı Bayram
Camiinde dava arkadaşlarıyla birlikte Cuma namazını kılmış, Meclis önünde
topluca dualar edilmiş, kurbanlar kesilmişti. Ayrıca yurtta mevlidler okunmuştu.
Atatürk Kuran-ı Kerim’in tefsirlerini yaptırmış, Diyanet İşleri Teşkilatını
kurdurmuş ve anayasa ile bunu teminat altına aldırmıştı. Kuran-ı Kerim
kendisinin en büyük moral kaynağı idi. Köşkte Hafız Yaşar Okur ile Saadettin
Kaynak değişik makamlarda Kur’an ve Mevlid okurlardı. Türkçe hutbe ilk kez
1928 yılında Süleymaniye Camiinde Sadettin Kaynak tarafından okunmuş,
Arapçasına Türkçe de eklenmişti. Atatürk’e göre, Türk Milleti daha dindar
olmalı, yani bütün sadeliği ile dindar olmalı idi. Müslümanlık şuura muhalif ve
ilerlemeye mani hiçbir şey ihtiva etmiyordu. O’na göre “dinsiz bir milletin
idamesine imkân yoktur. İslam dini öyle yüce bir dindir ki; ilim Çin’de de olsa
alınız diyen bir peygamberin ümmetiyiz” ifadeleri de kendisinin dine ve yüce
dinimiz İslam’a bakışını ortaya koyar.
Atatürk’de de ifadesini bulan laiklik anlayışı yalnız din ve devlet işlerinin
ayrılması değildir. Bütün yurttaşların vicdan, ibadet ve din hürriyeti de
demektir. Laiklik asla dinsizlik demek değildir. Tam tersine farklı inanç ve dini
duyguları garanti altına almaktır.
Milletleşemeyen, milli mutabakatları ve ortak kabul ve redleri,
sembolleri, ilkeleri belirlenemeyen toplumlar demokrasiyi yaşatamazlar. Zira
demokrasi milletleşemeyen kalabalıkların rejimi değildir. Günümüzde
Ortadoğu’da milletleşemeyen milli seviyede kabulleri gerçekleşemeyen
toplumlar laik bir yapıda da olmadıklarından birlikte yaşayamazlar; mezhep ve
etnik çatıştırmaları aşıp asıl düşmanla mücadele edemezler. Bırakın mücadeleyi
bazıları etnik ve mezhep taassubu ile düşmanla işbirliğine bile gidebilirler.
Bursa Amerikan Kız Kolejinde misyoner öğretmenlerin gayretiyle üç kız
çocuğunun Hristiyan yapılması karşılığında bu okulu 29 Ocak 1929’da kapatan
da kendisidir.
Atatürk çağlar üzerinde kalarak döneminde Avrupa’dan esen ırkçı
akımların etkisine kapılmamış bir üstün liderdir. Kendisi ırkçılıkla milliyetçiliği
ayıran bir liderdir. Gerçekten ırkçılık sosyal olayların sebep ve sonuç ilişkilerini
biyolojik ve genetik konulara bağımlı görmesine rağmen, milliyetçilik kültürel
değerlere bağlı bir kavramdır. Atatürk’ün şu sözleri ders niteliğindedir: “Bizim
milliyetperverliğimiz, başka milletleri küçümsemeyen, mağrur olmaya yer
vermeyen bir milliyetçiliktir”.
Aslında milliyetçilik ne dışa kapanmadır; ne sadece duygusallık, ne de
basit bir düşmanlıktır. Dış politikadan ekonomiye, çevreciliğe kadar ülke
çıkarlarını koruyacak geliştirecek şuur ve olgunluğu kazanmaktır. Milli kültürü
koruyarak geliştirmedir. Çağımızın yükselen bir değeridir. Belirli bir tavır alışlar
bütünüdür. Kendi milliyeti dışındakileri aşağılamak veya dışlamak değil;
başkaları ile Dünyayı eşit, adil, anlamlı ve istismar edilmeden paylaşabilecek
şuur ve olgunluğa erişmedir. Uydu olmamanın sigortasıdır. Türk milletine
mensubiyet ile İslam âlemine aidiyet birbirinin alternatifi de değildir.
Mustafa Kemal Atatürk barışçıdır ve savaşın en son başvurulacak bir çare
olduğunu düşünür.
Gençliği en büyük ümit olarak görür. Nitekim, 19 Mayıs’ı gençlere
armağan etmiştir. Şu sözleri konuyu tamamlar: “Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça
daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır”.
Cumhuriyet onun eseridir. Nitekim “Yaptığımız işlerin en büyüğü, temeli
Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan T.C.’dir” diyerek bu gerçeği ifade
eder.
Atatürk binlerce kitaptan meydana gelen zengin bir kütüphaneye
sahiptir. O seçkinci değil, milletine tepeden bakmayan Türk milletinin bir
parçasıdır. İleri görüşlü, milli haysiyet ve onura düşkün, mütevazi, Çanakkale’de
ölen yabancı askerlere bile merhamet edebilen bir liderdir. Onda vatan ve
millet sevgisi ve kadın hakları öne çıkar. Egemenliği millette görür.
Atatürk’ün ölümünün 78. yıldönümünde bize düşen görev; Türk tarihine
bir bütün olarak bakabilmek, önde gelen liderler ve dönemler arasında rekabet
ortamı yaratmamaktır. Aksi bir anlayış bilimsel de değildir. Milli bağımsızlık ve
egemenlik konularında hassas olmaya mecburuz. Günümüzde önümüze sürülen
her türlü teslimiyetçiliği ve tuzağı aşabilmek için dünden ders almalıyız.
Atatürk’ün “Kendi benliğine ve milliyetine sahip olmayan milletler diğer
milletlere av olur” uyarısını hiçbir zaman unutmamalıyız.
Atatürk’ün 78. ölüm yıldönümünde O’nu ve silah arkadaşlarını, Türk
Devleti için hayatını seve seve veren bütün şehitlerimizi rahmet ve saygıyla
anarım.