Ah Gümüşhane! Şehir dediğin, aynaya bakınca kendini görmeli değil mi? Bizim aynaya bakıyoruz, bir türlü otogarımızı göremiyoruz! Oysa ki otogar dediğin, bir şehrin hem vitrini hem kulisidir. Gelen-giden, yerlisi-yersizi, kimsesizi bile oradadır. Ama bizim Gümüşhane, otogarsız şehir kategorisinde Guinness'e başvurmaya hazırlanıyor gibi...

Bakın, otogar sadece bir otobüs durağı değil, bir yaşam tarzıdır! Düşünsenize, köyden gelen Ayşe Teyze'nin elindeki yumurta kolileriyle mücadelesini; otobüsü kaçıran bir gencin, şoförle "Abi bir dakika daha beklesen ne olurdu?" tartışmasını… Ve tabii ki otogarı mesken tutan amcaların "Oğlum bu otobüs Erzincan'a mı gidiyor, yoksa Erzurum'a mı?" diye her gün sordukları meşhur sorularını.

Şimdi soruyorum, sevgili şehir büyüklerimiz: "Otogar yoksa bu hikayeler nasıl yaşanacak?" Garibanın evi, muhabbetin merkezi, şehrin dinamosu yoksa nasıl bir "şehir aynası" olacak burası? Yenisi yapılamıyorsa bari eskisini cilalayıp geri getirin, ne dersiniz?

Bir de şöyle düşünelim: Otogar, şehre gelenlerin ilk izlenimidir. "Burası Gümüşhane, otogarından bellidir" dedirtemiyorsak işimiz zor. Ya da kötü bir otogarla dedirtirsek daha zor! Adam otogara bakar, "Bu şehre otobüs değil, zaman bile uğramamış," der. Biz güleriz, o gider...

Ama umutsuz değilim. Belki bir gün, Gümüşhane'nin bir otogarı olur, öyle bir otogar ki... Gelen şehre hayran kalır, giden dönmek istemez. Belki o otogarda, her türlü insan hikayesi yeniden yaşanır; simitçinin sesi yankılanır, otobüs anonsları birbirine karışır. Ve o gün geldiğinde biz de deriz ki: "Şehir dediğin otogarından belli olur!"

Ama şimdi soralım: Bu otogar işi ne zaman olacak gari? Şehir hâlâ bu aynasızlıkla mı kalacak? Aman başkan, garibanın ahı tutar, benden söylemesi!

Sonuç:
Otogar, bir şehrin kalbi, ruhu, hatta arkadaşına kahve ısmarlayan en samimi dostudur. Otogarsız şehir, aynasız ev gibidir; yansıtmaz, göstermez, sadece boş bakar.

E hadi gari, yapalım şu otogarı da herkes bir derin nefes alsın!