Evvel zaman içinde,
Kalbur saman içinde,
Develer tellal, 
Pireler berber iken…
Anamızın beşiğini tıngır mıngır sallar iken,
Gümüşhane diye bir şehrin varlığından söz etmişler.
Masal bu ya,
Öyle gösterişli, öyle şatafatlı anlatılmış ki şehir,
Duymayan işitmeyen kalmamış.
Her gelen sırtını sıvazlar, ne büyük olduğunu dile getirirmiş.
Hiçbir sorunu, sıkıntısı yokmuş,
Gelene ağam, gidene paşam! dermiş.
İnsanını kandırmak, insanını inandırmak zor olmazmış!
Hani bana hani bana dediğinde,
Bekle, sabret, daha var! diyenlere,
Yaşşa! diye sevgi gösterisinde bulunurmuş.
Hikaye öyle uzun ki, masalı özetiyle anlatmak hasıl olurmuş,
Tren yolu istemiş,
Havayolu istemiş, 
Süleymaniye diye kayak yeri istemiş.
Anlatmaları o ki bakan bile vermişler.
Yalnız bakan Gümüşhane’den değil Trabzon’dan konuşurmuş.
Sokağında güller açan, tepesinde ışık saçan şehrin insanları son derece mutluymuş,
Bağ bahçe dağ tepe de sevinç çığlıkları atılırmış…
Babilin Asma Bahçeleri bile kıskanırmış Gümüşhane’yi,

Harşit kirletmeyeyim diye rivayete göre yön değiştirmiş.
Masal bu ya;
Gümüşhane  devletinden hiçbir şey beklemiyormuş.
Harşit’in kenarına konan leylekten bile oldukça razıymış.
Abi masal uzaya uzaya böyle gidiyormuş.
40 gün 40 gece tören yapsalar Gümüşhane’deki mutluluk dile gelmezmiş,
Gümüşhanelilerin parası çokmuş,
Bağış üstüne bağış yaparmış.
Biz masalı nerede keseceğimize karar vermedik ancak bundan çok daha uzun olduğunu bilen bir sürü Gümüşhaneli  varmış,
Hele toz konulmayan birlik, dirlik, Gümüşhanelilik duygusu var ya,
Yedi düvele bedelmiş.
Bu işten en çok yazar sıkılmış.
Masal da burada bitmiş…