Hepimiz renk renk kazağımıza yapışan terin içerisinde peşinden koşardık.
Ne güzel yıllardı o yıllar! Kırmızı, en favori renkti. Asfalt, çakıl, hak getire; toprağa bastığımız zaman mutlu hissederdik kendimizi.
Kendi aramızda zar zor biriktirdiğimiz dev demir paranın aldığı en güzel hediyeydi hepimiz için patlak top.
Patlak top diyorum zira üç beş kez sektirdik mi, havası tez solar moralimiz bozulurdu.
Aslında anlatmaya çalıştığımız şey patlak top değildi, biz bir aşka sevdalıydık.
Sevdamız yollardı, topraktı, en yırtık lastik bile ayağımızdan çıkmazdı.
Köyün delisi derler ya köyün delileri gibiydik bir oraya bir buraya koşuşturur, komşunun çayırına ne yaparsak yapalım kaçmasını bir türlü önleyemezdik.
Nasıl da sallanırdı arkamızdan o peşi sıra dizilen anlamsız sözler oysa patlak topun arkasındaki bizlerin hayali sadece çocukluğumuzu yaşamaktı, zaten kuru ekmeğin tadı acıktığımızda başka türlü çıkmazdı, biz tertemiz çocuklardık, başka düşlerimiz yoktu örneğin…
**
Bu dağların bir başka serüveni de yoktu zaten, bu bahçelerin dili başka dönmezdi, bu dereler, bu kuş sesi, bu çağlayanın verdiklerini patlak topun verdiği zevk kadar başka yerde bulamazdık.
*
Çocukluk böyle bir şeydi işte, bizden saklananlarla bizden alınanların hesabıdır on iki, on üçe kadar yaşadıklarımız. Üç beş ekmek kırıntısını çiğneyerek tadardık mutluluğu.