Akşamüstü itiş kakış otobüse bindim.
Herkes yorgun ve sıkıntılı.
İstanbul hiç kuşkusuz tartmıyor kimseyi, su dolu depo patlamak üzere..





*


Zar zor ilerledim otobüsün içine doğru,
Gözümü arabasının içinde eline annesi tarafından tutuşturulmuş cep telefonuyla oyun oynayan tahminen iki ya da üç yaşındaki kız çocuğu ilişti.
Düşündüm….





*


Eskiden çocukların ellerinde, çıngıraklar vardı,
Sağa sola sallandıkça sesler çıkarırdı, ninni misali.
Beşikleri vardı tahtadan, anası sağa sola sallar, uyumamak için çığlık çığlığa feryat etse de çıngırak imdada yetişirdi.
Öyle ne bileyim tuvaletini yapmak için türlü zerzevatta üretilmemişti.
Bakırdan yapılmış o zamanın modern alet ile (avruz)
Yapardı işte içine anlayın.





*


O çocuklar teneke sobanın ateşiyle ısınırdı,
Kestane pişirir üstünde, mısır patlatırdı.
Tek oda ısınsa da huzur vardı evinde,
Şimdi yerini kaloriferli evlere doğalgazlı apartumanlar aldı.





*


O çocukların yırtık lastik ayakkabısıyla yırtık kazağına akmış sümüğü vardı zemherinin ortasında,
Patlak plastik top tek hayaliydi.
Bir parça kopardığı ekmek akşam mönüsüydü.
Sapan, çelik çomak, uzun eşek, tahtadan tüfekleri tabancaları geleceğini süslerdi.
Çocuktu işte...





*


Anası sıkı sıkı tembihleyerek giydirdiği pantolunundaki çamur izlerini gizlemeye çalışırdı,
Babasının sesini duymak istemezdi o akşam, korkardı.
Derelerde çimerdi, soğuk su hasta etmezdi,
Çeşmenin altında yıkardı ayaklarını üşümezdi,
Yine kara lastiğinin içine sızan kar suyu onu telaşlandırmazdı.





*
O, gelecek için çocukluğunu bir tutsak gibi esir ederdi.
Büyümeği düşünmedi çünkü hiç gelmezdi aklına.





*
Bilmiyorum, o elinde cep telefonu olan ve avunan çocuk hangi eve gitti, hangi yatağa sıcacık uzanıvrdi.
Rüyasında gördüğüne ortak olamadım ben,
Çocukluğumu düşündüm.
Bana cep telefonu verecek kimse yoktu.